Faruk BEŞER - ‘Bu gelen ilm-i ledün sultanıdır’ - 31 Ocak 2021

Faruk BEŞER - ‘Bu gelen ilm-i ledün sultanıdır’ - 31 Ocak 2021

Faruk BEŞER - ‘Bu gelen ilm-i ledün sultanıdır’ - 31 Ocak 2021


           Önceki yazımızda Kuranıkerim’de geçen ‘ledün’ kavramına tahammülünün üstünde anlam yüklendiğinden söz demiştik ama bunun ifade ettiği bir gerçekliğin olduğunu da bilmeliyiz.

           Herkesin kendi şartlarıyla sınırlı olmak üzere elde edebileceği bir müktesep/kazanılan bilgi, bir de Allah’ın bizim tam bilemeyeceğimiz sebeplerle bir hibe/mevhibe olarak verdiği ‘vehbi’ bilgi elbette vardır. Her şeyden önce peygamberlere verilen vahiy böyle bir bilgidir. Allah her şeyi bir sebeple yarattığına göre bu verilen bilginin de sebepleri olmalıdır. Mesela O’nun kuluna vahyetmesinin görünen sebebi onu peygamber olarak görevlendirmesidir. Tamamen Allah’ın vergisi/mevhibesi olan ‘ledün’ ilminin de elbette sebepleri vardır. Ama bu sebepleri bizim tam olarak bilmemiz mümkün değildir.

          ‘Ledün’ ilmi ile ‘bâtın’ ilmi yaklaşık aynı anlamdadır. Bundan olmalıdır ki, TDV İslam Ansiklopedisi ledün ilmini batın ilmi başlığı altında vermiştir. Batın ilmi İslam alimleri tarafından çok öncelerden beri tartışılmış ve sadece tasavvuf ehli değil çok yönlü İslam alimleri de böyle bir ilmi kabul etmişlerdir. Kitab’a ve Sünnet’e bütün olarak bakıldığında da bunun olması gerektiğini söylemek daha tutarlıdır, hatta gereklidir. Olmadığını söylemenin ise ikna edici bir izahı yoktur.

          Allah’ın Zahir ve Batın isimleri olduğuna, Kuranıkerim’in de ‘zahrı ve batnı’ bulunduğuna göre bâtın ilmi de olmalıdır. Buna keşif ve ilham da denir. En başta Resulüllah Efendimiz’in (sa) bizim bilmediğimiz daha pek çok şeyi bildiği bir gerçektir. Kuranıkerim’deki Hurufi Mukattaa sadece onunla Allah arasındaki bir dilin şifreleridir. Kuranıkerim’in bütününün apaçık/mübîn bir kitap olması o harflerin de anlamlarının açık olmasını gerektirir. Kitabın açıklığı insanların seviyesine göre olacağı için söz konusu harfler düzeyindeki son beşer seviyesi de Resulüllah’a ait olmalıdır. Onun, ‘eğer siz benim bildiklerimi bilseydiniz; çok ağlar az gülerdiniz’ (Buhari) anlamındaki şerefli sözleri de böyle bir seviyeye işaret eder.

            Ancak böyle bir ilim, yani ilmi ledün kime verilmiştir ya da niçin verilir? Bunu bilebilmemiz mümkün değildir. Çünkü biz Allah’ın bildiklerini ve O’nun muradının ne olduğunu bilemeyiz. Allah’ın emir ve yasaklarına riayetle yani bildiklerini yaşamakla oluşan takva, ya da dini tecrübe müminin farklı boyutlarda bilgi edinmesinin, ilminin bereketlenmesinin bir sebebi olduğu muhakkaktır. Bunu da o meşhur kudsi hadisten anlıyoruz: ‘Kim farzlardan öte nafilelerle bana yaklaşmaya devam ederse ben onun gören gözü, işiten kulağı… olurum’. Ama filan kimse ilmi ledün sahibidir, falanın söyledikleri ilmi ledündendir diyebilmemiz sadece bir hüsnü zandan ibaret kalır. Hatta tasavvufu tezkiye-i nefs, zühd ve takva olarak anlama durumu hariç, ledün ilmini elde etmenin yolu tasavvuftur demenin de bir anlamı olamaz.

          Kısaca tasavvuf erbabının söylediklerine ilmi ledün olarak bakmak yanıltıcı olur. Böyle bir batın ilmin ölçüsünün de zahir ilimler olduğunu ehli ilim sufilerin bile söylediğini daha önce anlatmıştık.

          Şöyle de düşünebiliriz: Allah (cc) peygamberlere vahyettiğini ve Hızır’a (as), kendi katından/ledün bilgi verdiğini bizzat kendisi söylüyor. Peki, filan ya da falan zatın bilgilerinin ilmi ledün olduğunun delili nedir? ‘Eğer doğru söylüyorsanız burhanınızı getirin bakalım (2/111)’, ‘onların çoğu bir ilme tutunmadan insanları saptırırlar’ (6/119), ‘insanları saptırmak için, bir ilme tutunmadan yalanı Allah’a iftira edenden daha zalim biri olabilir mi?’ (6/144) gibi ilahi emirler burada da geçerli değil midir?

          O halde böyle olduğu sanılan bir bilgi üzerine İslam anlayışı, akidesi ve ibadeti bina edilemez. Aksi takdirde cahil ya da kötü niyetli insanlar bunu istismar edebilirler. Nitekim bu istismar bolca yapılmıştır, yapılmaktadır ve insanlar saptırılmakta ve batıni düşüncelere kaydırılmaktadır. Kısaca böyle bir bilgi üzerine İslam yeniden inşa edilemez, bunlar özel ve kişisel durumlardır. Kaldı ki Allah (cc) gaybı kimseye bildirmeyeceğini de yine kendi söylemiştir. İslam’ı ya da kısaca dini anlatan bilgi kaynakları bellidir. Bunların tespit edeceği zahir ölçülerden bir derece sapmanın götüreceği uçurumlardan kimse emin olamaz. Sana ilmi ledünden haber veriyorum diye İslam anlatılmaz.

          Not: Yeni Şafak gazetesinden alıntıdır.