Faruk BEŞER - Peygamber’e inanmak onu sevmeyi gerektirir - 3 Eylül 2021

Faruk BEŞER - Peygamber’e inanmak onu sevmeyi gerektirir - 3 Eylül 2021

Faruk BEŞER - Peygamber’e inanmak onu sevmeyi gerektirir - 3 Eylül 2021


Sünneti devreden çıkarmak için modern dönemlerde Peygamber’in görevinin sadece kendisine verilen vahyi olduğu gibi ulaştırmak olduğuna dair sözler duyduk. Oysa Kur’an-ı Kerim’in ona verdiği görevler bunun doğru olmadığını açıkça gösterir. Kur’an’da Allah’ın Resulü ve Nebisi olarak Peygamber’in şu özellikleri sayılır. O insanlar için bir ‘şahit’tir. Şahit olması, öncelikle ‘emin’ birisi olarak kıyamet günü ümmeti için şahitlik edecek olmasıdır. Ama bu kelimede gayb alemini adeta şehadete dönüştürmesi ve dinin ete kemiğe bürünerek görülür hale gelmesi anlamı da vardır. O kendisine indirileni beyan eder. Beyan vahyi söz, fiil ve davranışlarla anlaşılır hale getirmektir. O aynı zamanda kendisine vahyedileni olduğu gibi ulaştırır, bu görevinin adı da tebliğdir. O insanlara bilmediklerini öğretir, hikmeti tanıtır, onları tezkiye eder, üstün ahlakla yetiştirir, eğitir. İnsanlar için uyulması gereken en güzel örnektir/üsve’dir. Bu durum aynı zamanda insanın bir örneğe ihtiyacı olduğunu da gösterir. O aydınlatan bir kandildir. Öbür alemi tanıtarak müminleri oradaki nimetlerle müjdeler, inkârcıları kötü sonla uyarır. Bunların hepsi Hz. Peygamber için bizzat Kur’an-ı Kerim’in zikrettiği vasıflardır. Hatta onun ashabı da yine Kur’an-ı Kerim’in beyanıyla diğer bütün insanlara örnek/şahit olarak özel yaratılmış, Allah’ın razı olduğu bir nesildir. Sahabe nesli zaman ve mekân itibariyle müminlerden rastgele alınmış herhangi bir kesit değildir. Bu sebeple bütün mezheplerin usulü fıkıh kitaplarında ‘sahabe sözü ya da fiili’ dini anlamada bir delil sayılır, akide ve ibadet yani usulü’d-din konularında bağlayıcıdır.

Emanet, sıdk, fetanet, tebliğ gibi vasıflar, onları bizzat Allah’ın eğitmiş olmasıyla bütün Peygamberlerde var olan vasıflardır. İşte bu manalar onlarda somut olarak müşahede edildiği için de onlar şahittirler.

‘Bir Peygamber yoktur ki, Allah’ın izni ile itaat edilmek için gönderilmiş olmasın’ (Nisa 64). Bu sebeple “Resul’e itaat eden Allah’a itaat etmiş olur” (Nisa 80). Çünkü Resul O’nun memurudur.

Ve Peygamber’e itaat zoraki bir itaat değildir, sevgiye bağlı bir itaattir. ‘De ki, eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, O da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın’ (Âl-i İbmran 31). ‘De ki, eğer sizin babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız servet, kesat gitmesinden korktuğunuz ticaret ve o hoşunuza giden yurtlarınız size Allah’tan, O’nun Resulü’nden ve Allah yolunda cihat etmekten daha sevimli geliyorsa başınıza gelecekleri bekleyin. Allah fasık bir topluluğa hidayet vermez’ (Tevbe 24).

Resulüllah da şöyle buyurur: ‘Sizden hiçbiriniz ben ona babasından, çocuğundan ve bütün insanlardan daha sevimli olmadıkça gerçek mümin olamaz’. (Buhari). Demek ki, sevgi dinin esasıdır, sevgi yoksa din de yoktur. Bu sevgi sadece duygusal bir sevgi değildir ve ancak Peygamber’i iyi tanımakla gerçekleşir.Sağlam bilgi/ilim ve imanla oluşur. O halde Peygamber’i iyi tanımak da farzdır.

Sağlam bilgi ile oluşan sevgi, saygıyı da gerektirir. Resulüllah’ı kendi canına tercih etmeyen bir mümin olamaz. Buradaki muhtemel tehlike onun hakkında yanlış bilgiye dayalı, onu uluhiyet dairesine çıkaran zanlardır. Onun kendisi bizzat bu tehlikeye dikkat çekmiş ve ‘Hıristiyanların İsa’ya (sa) yaptıkları gibi siz de beni aşırı ifadelerle övmeyin’ buyurmuştur.

Hz. Peygamber’i de ancak Kur’an-ı Kerim’in onun hakkında söyledikleri ve kendi kendini tanıttıkları ile bilir ve öyle inanırız. Sıradan bir beşer olmasa bile onun da bir beşer olduğunu unutmayız.

Peygamber’in Allah’ın elçisi olduğunun delilleri öncelikle onun bütün söz ve davranışlarında güvenilir/emin olmasıdır. Bu özellik onun Peygamber olmadan önceki hayatına da şamildir. Özel hayatında bu ölçüde güvenilir olan birisi bilahare Allah adına yalan söyleyebilir mi? Peygamberliğinin asıl ve en büyük delili ise Kur’an-ı Kerim’dir. Onun sadece belagati değil asıl manası mucizedir, bütün insanlar ve cinler toplansa böyle bu muhteva ile onun bir suresini bile getiremezler. Bu da onun dili ve belagatiyle birlikte tefsirini de bilmeyi gerektirir.

En büyük mucizesi Kur’an-ı Kerim’dir. Ancak bazılarının zannettiği gibi onun başka hissi mucizeleri de yok değildir. En başta İsra mucizesi bizzat Kur’an-ı Kerim tarafından zikredilir. Bunun dışında manen mütevatir ve sahih kırk civarında mucizesi vardır. Miraç olayı, Ay’ı ikiye yarması, parmaklarından su akıtması vb. Bu konuda Prof. Dr. Erdinç Ahatlı’nın ‘Peygamberlik ve H. Muhammed’in Peygamberliği’, s 204 vd bakılabilir.

Kaynak / Yeni Şafak Gazetesi