Her cuma günü akşamı yapmakta olduğumuz ‘Konularıyla Kuranıkerim’ adlı canlı yayınımızın son konusu bu idi. Bendenizin görebildiğim kadarıyla Kuran’ın anlaşılması bir mesele ise bunun temel koordinatlarını Âl-i İmran Suresi yedinci ayetinde bulabiliriz. Orada Allah (cc) şöyle buyurur:
‘Bu kitabı sana indiren O’dur. Kitabın bazı ayetleri muhkemdir ve ana kitap da onlardır. Diğer bazıları da müteşabihtir. Kalplerinde kayma olanlar fitne çıkarmak ve tevilini aramak için onun müteşabihine tutunurlar. Oysa onun tevilini Allah’tan başka kimse bilmez. Bir de ilimde sabitleşenler… Onlar derler ki, biz ona iman ettik, hepsi rabbimizdendir. Ama aklıselim olanlardan başkası da düşünüp ders alamaz’.
Muhkem ve müteşabih anlam açıklığı bakımından iki nevi ayeti anlatır. Muhkem’in sözlük anlamı, sağlam ve hükme bağlanmış, yani manası kesin ve anlaşılır demektir. Müteşabihin sözlük anlamı ise, benzeşendir. Kavram olarak anlamı ilk bakışta kesin olmayan, ona da buna da tevili mümkün olan demektir. Buna göre gayba ve Allah’ın sıfatlarına ilişkin ayetler ve bu surede mesela, Hz. İsa’nın Allah’ın Ruhu olması, Allah’a kaldırılmış olması, tekrar gelecek olması gibi meseleler müteşabihtir. Bunlarda ancak muhkemler ile yorum yapılabilir. Yine de varılan sonuçta kesin ve nihaî anlam budur denemez. Bazı sure başlarındaki Hurufi mukatta’a ise mutlak müteşabih sayılır. Yani biz onların anlamlarını hiç bilemeyiz ama muhtemelen Resulüllah (sa) biliyordu.
Kuranı Kerim’in anlaşılması konusuna bu açıdan bakmayanların onu anlama noktasında bağışlanamaz hatalar yapacakları açıktır. Elmalılı’nın bu ayet konusunda söylediklerinin bütünü, tefsirler içinde konuyu en güzel anlatanıdır. Der ki, “bu ayet bu şekilde kelamın anlaşılması, usul-i tefsir ve istinbata müteallik en büyük bir esası talim eylemiştir ki, her hangi bir kelamı veya kitabı iyice anlayabilmek için de akılda nakilde bundan başka bir yol yoktur” (II, 1039)… “Allah’ın ilmine karşı her şeyi halletmiş bitirmiş iddiasında bulunan ve müteşabihatın bütün bütün kalkmasını arzu eden ve tecrübeyi teşabühten soyutlanmış bir mutlak ayniyet farz eyleyen bir isbatîlik davası cehaletten başka bir şey değildir”…(II, 1043).
Muhkem ayetlerin ‘ana kitap’ olmaları, müteşabih olanların doğru anlaşılması için onların bütün olarak ölçü ve müracaat alınmaları gereğine işaret eder. Çünkü bir şeyin anası onun beslendiği kaynaktır ve onlara ‘analar’ değil de hepsine birden ‘ana’ tabir edilmiştir.
“Tevrat İncil’e, İncil Kurana irca olunarak anlaşılıp tasdik edilmek lazım geleceği gibi, bütün Kurân ayetlerinde de bu muhkemler esastır. Hem bunların her biri ayrı ayrı olarak ‘ümmühatı kütüp’ değil, tevhid nizamı ile tamamı birden ümmü’l-kitaptır” (II, 105).
Söz konusu ayet, Kuranıkerim ayetlerinin sadece bir kısmının muhkem olduğunu ve yine sadece bir kısmının müteşabih olduğunu söylüyor. Oysa bir başka ayet Kuran’ın tamamını muhkem (Hûd 2), bir diğeri de tamamını müteşabih (Zümer 23) gösterir gibi yorumlanabilir. O halde o iki ayetin de bu ayetle açıklanması gerekir. Yani onlardaki genelleme bu ayetle özelleştirilmiş ve onlarla ne denmek istendiği bununla açıklanmıştır. O zaman mutlak anlamda Kuran’ın bazı ayetleri sadece muhkem, bazıları da sadece müteşabih olmuş olur. Ama kalplerinde kayma olanlar, yani niyeti bozuk olanlar Kuran’ın sadece müteşabih olan ayetlerine tutunurlar.
Bu kötü niyet iki şekilde kendini gösterir:
Birincisi, kuranı anlamak isteyen kişi ona inanmakta, ama mutlaka doğru çıkmasını istediği mezhebi, meşrebi ya da ideolojik bir görüşü bulunduğu için, birden çok anlama ihtimali bulunan bu ayetleri zorlayarak onlara kendi görüşünü destekletmek ister.
İkincisi, kişinin elde etmek istediği bazı dünyevi menfaatleri ve kişisel/nefsi arzuları vardır ve onların meşruiyetine fetva bulmak istemektedir.
Kuran’a zaten inanmadığı için ona inananların akidelerini bozmak isteyenlerin tavrı da bunlara eklenebilir.
Bu ayette dikkatimizi çekmesi gereken noktalardan biri, bu müteşabih ayetlerin asla anlaşılamayacağı değil, kalbi bozuk olanların muhkemleri bırakarak sadece onlara tutunmaları, onların teviline sarılmalarıdır. Onun için ‘ilimde sabitleşmiş olanlar’, biz onların manalarını bilemeyiz, değil de hepsine inanırız derler ve işi Allah’a bırakarak, ‘Ey Rabbimiz, bize hidayet verdikten sonra kalplerimizi kaydırma...’ diye yakarırlar.
Birkaç mesele daha kaldı.
Kaynak / Yeni Şafak Gazetesi