“Dinde zorlama yoktur” anlamındaki ayet-i kerimenin dini kabulle ilgili her türlü zorlamayı ifade ettiğini önceki yazımızda söyledik. Bunu, kimse kimseyi bir dine inanmaya zorlayamaz diye anlamak ayetin akla gelen ilk manasıdır. Zorla kabul ettirilen din, zaten olmaz anlamına da gelebilir.
Bu ayet zorunlu olarak inanç özgürlüğünün de var olmasını gerektirir. Bu özgürlüğü en başta Allah (cc) kendisi vermiştir: “De ki, hakikat Rabbinizden gelmiştir, artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin” (Kehf 29). Ne var ki inkâr edenler başta kendilerine, sonra varlığa zulmetmiş olacakları için tercihlerinin ahiretteki kötü karşılığını da göze almalıdırlar. O halde inanma özgürlüğü vardır ama bu, ahireti de içine alacak kadar geniş değildir. Başkasının mülkünde sınırsız özgürlük olmaz. Öyle olmak isteyen, kendi hayatını da dünyasını da kendisi yaratmalıdır. İnsan bunda özgür olamıyorsa demek ki özgürlüğün de bir sınırı olmalıdır. Ama yine de insanın bu dünyada inanıp inanmamakta özgür olması, insana ve iradesine verilen değer açısından çok anlamlıdır. Ayrıca inanç özgürlüğü, inandığını yaşama ve ifade etme özgürlüğü olmadan tamamlanmış olamaz.
Zorlama, bir güçle yapılacağına göre zorlayan kim olabilir? Akla ilk gelen devlet, sonra da anne babadır. Demek ki İslam’da devlet, tebaasını Müslüman olmaya zorlayamaz. Ya da devletin kurumları çalışanlarını ve nihayet anne baba çocuklarını zorla Müslüman yapamaz. Elbette başkası da başka bir inancı dayatamaz. Ayet-i kerime bunu açıkça söylüyor. “Dinde zorlama yoktur” ayetinin; Medine’de İslam’ı seçen bazı Hıristiyanların, onu bir türlü kabul etmeyen çocuklarına baskı yapmaları ve bunun hükmünü Resûlüllah’a sormaları üzerine indiğini hesaba katarsak bunun böyle olduğunu daha net anlayabiliriz.
Resûlüllah’ın, devleti temsil ettiğini düşündüğümüzde karşımıza şunlar çıkar:
“Sana gelince, sen hatırlat, senin görevin sadece hatırlatmaktır. Sen onlara zor kullanacak değilsin.” (Gâşiye 21, 22). “Senin Rabbin dileseydi dünyadakilerin hepsi birden iman ederdi. O halde sen mi insanları iman etmeye zorlayacaksın?” (Yûnus 99). “Allah’ın izni olmadan hiç kimse iman edemez. İğrençlikleri ise Allah, akıllarını kullanmayanların üzerine yığar.” (Yûnus 100). “İğrençlikler” diye çevirdiğimiz rics kelimesi, pislik anlamına gelmekle beraber özellikle inançtaki pisliktir. Yani şirk pisliği içinde kalanlar akıllarını kullanmayanlardır. Sen anlat, varsın onlar kabul etmeyip bu sonucu kendileri tercih etmiş olsunlar.
Demek ki iman etmek aklı kullanmakla da ilgilidir. Buna gönlü de katmalıyız. İnsan akılla düşünür, gönlü yatar, kalbi mutmain olur ve inanır. O halde akla gönle ve kalbe hitap etmeyen anlatmalar ya da baskıcı davranışlar kişilerin iman etmelerini sağlayamaz. Olsa olsa Sabatay Sevi gibi, zahiren Müslüman hakikatte ise İslam’a düşman insanlar yetiştirir. O halde Müslümanın görevi ikna etmeye çalışmaktır. Bu da bilgiyi ve tefekkürü zorunlu kılar.
Bundan dolayıdır ki Resûlüllah’ın (sa) yönetiminden, hilafetin son temsilcisi Osmanlı’nın sonuna kadar İslam toplumlarındaki gayrimüslimlerin inançlarına dokunulmamış ve inandıklarını serbestçe yaşamalarına müsaade edilmiştir. Hatta Endülüs’ten, Avrupa’dan, Rusya’dan kaçan diğer din mensupları bu özgürlüğü yaşamak için bir Şeriat devleti olan Osmanlı’ya sığınmışlardır. Cumhuriyete kadar da Rumlar, Ermeniler ya da Yahudiler ülkemizi terk etmek zorunda kalmamıştır.
Elbette bir İslam ülkesinde de her yerde olduğu gibi toplumu düzenleyen hukuk ve ahlak kuralları, ayrıca ibadetler olacaktır. Hiçbir devlet, hukukunu tanımayanları cezasız bırakmaz. Çünkü bu bir egemenlik meselesidir. Ahlak kurallarına ise bireysel düzeyde karışılmaz ama yine bütün devletler “toplum ahlakına mugayir davranışları” suç sayar ve yaptırım uygular. Çünkü ahlaksızlık bazen fitneye sebep olabilir, topluma zarar verir.
Bireysel ibadetlere gelince, devletin egemenliği aleyhine antipropagandaya ya da toplum ahlakıyla çatışır hale gelip fitneye dönüştürülmedikçe, bireylere bunları yapmaları konusunda baskı uygulanabileceğini söyleyen bir nas bilmiyorum. Yapan yapar, yapmayan yapmaz. Resûlüllah’ın toplumunda mesela namaz kılmayanların araştırıldığını, evinde içki içenler için gizli kamera yerleştirildiğini, kadınların tam örtünüp örtünmediklerinin takibe uğradığını bilmiyoruz.
Bu sebeple Taliban’ın zaferine sevinirken, uygulamalarına bakarak bu işi başarıp başaramayacaklarından endişe ettiğimizi söylemiştik.