Faruk BEŞER - Emirler ve yasaklar ya da iyiler ve kötüler hiyerarşisi ve edep - 24 Eylül 2021

Faruk BEŞER - Emirler ve yasaklar ya da iyiler ve kötüler hiyerarşisi ve edep - 24 Eylül 2021

Faruk BEŞER - Emirler ve yasaklar ya da iyiler ve kötüler hiyerarşisi ve edep - 24 Eylül 2021


Edep ahlaki bir kavramdır. Davranışın, sözün, tavrın, ilişkilerin, kısaca her türlü insan eyleminin en güzel kıvamını anlatır. Onun için güzel anlatıma da edebiyat denir. Yani edebiyata, edepli yazı ve edepli ifade de diyebiliriz. Bunu becerebilen insan da edîb insandır. Her ilmin en güzel ifade biçimi o sahanın edebiyatıdır. Bu anlamda fıkıh edebiyatı denebilir. Bugünlerde buna, edebe çok uymasa da literatür diyorlar.

Âdab, edebini çoğulu yani edepler bütünü demektir. Müslümanlar bu en güzel kıvamın hem olması gerektiğini hem de nasıl olması gerektiğini naslardan (Ayeti kerimelerden ve onların açıklaması olan hadisi şeriflerden) anlamışlardır. Bunun bir adı da ihsandır. İhsan aslında güzel olan bir şeyi, en güzel şekliyle yapma demektir. Kur’an-ı Kerim’de ‘Allah ihsanı emreder’ buyrulur. Meşhur Cibril hadisi şerifinde İslam’ın önce iman, sonra İslam/amel, sonra da ihsan boyutu anlatılır. Resulüllah Efendimiz (sa) ‘Allah her işin ihsan ile olmasını şart koşmuştur; boğazlarken bile ihsan ile boğazlayacaksınız, öldürmek zorunda kaldığınızda da ihsan ile öldüreceksiniz’ buyurur.

Var olan hiçbir şey tekdüze değildir. İyinin tonları olduğu gibi kötünün de tonları vardır. En iyi ile en kötü arasında sayısız kademeler bulunur. En iyi insanla en kötü insan arasında da dünyalar kadar fark vardır. Oysa insandan başka hiçbir şeyin en iyisi ile en kötüsü arasında bu kadar mesafe yoktur. İnsanoğlunun bu dünyada bulunmasının gayesi, en iyiye doğru yükselme imtihanını kazanma, böylece Allah’a ulaşmadır. En kötüyü en altta, en iyiyi en üstte düşündüğümüz takdirde, insanın hedefi sürekli olarak kötülük basamaklarından kurtulup iyilik basamaklarında yükselme olmalıdır. Kötülük basamaklarına dereke, iyilik basamaklarına derece de denir.

İslam fıkhı, ahlakı da içerdiği için onun hükümlerinin sıralaması da buna göre düşünülmüştür. En zirveden başlamak üzere; farz, vacip, müekked sünnet, gayri müekked sünnet, müstehap, edep ya da fazilet, mubah; aşağı doğru ise; malayani, abes, mürüvvete/insan onuruna yakışmayan davranışlar, tenzihen mekruh, tahrimen mekruh ve haram bu hiyerarşiyi anlatır. Aslında bunların her birinin kendi içinde de pek çok kademesi vardır. Hepsi birden insanoğlunun hiçbir değer taşımayan/nötr bir eyleminin olamayacağını gösterir. Bir mümine düşen bütün yapıp ettiklerini en değerliye doğru anlamlandırma çabası olmalıdır.

Bu değerler merdiveninde, bilgisayar oyunlarında olduğu gibi, insanı tökezletmeye çalışan sağlı sollu, altlı üstlü düşmanlar da vardır. Nefsi duygular ve şeytan bunların başında gelir. Bunlar sebebiyle insan bu merdivende bazen bir ya da birkaç basamak aşağı düşebilir. Hatta en dibe yuvarlanabilir. Mümine düşen, hemen kalkıp, hiç ümidini kesmeden bu seyr-i sülüke devam etmektir. Tövbe, yarışa devam kararıdır ve düşmenin eksilerini artıya çevirir. Her Cuma hutbesinde okunan ‘et-tâibu mine’z-zenbi…’ yani günahlarından tövbe eden hiç günahı olmayan gibidir’ hadisi bunu anlatır. Bunu, ‘hiç günah işlememiş olan gibidir’ diye çevirmek doğru değildir. Resulüllah (sa) ‘mümin ekin gibidir, rüzgâr onu yatırır ama o hemen kalkıp doğrulur. Kâfir ise çam ağacı gibidir, bir düştü mü bir daha kalkmaz, kökünden filiz de bitmez’ buyurur.

Edep üzerinde duracaktık, sözü uzattık. Edep, imanın ve dünya görüşünün ince detaylarında kendini gösterir. Hayat tarzını, insana ve eşyaya bakışı, insanın etrafındaki her şeyle ilişkisini anlatır. Bu yönüyle edep kültürdür. Çünkü kültür, edinilen bilgilerin yaşanıp hayat tarzı haline gelmesidir. Kültür toplumun bütün fertlerine mal olduğu ve ortak değerler haline geldiği zaman daha detaylara doğru kök salar kendisini sanatta, insana ve eşyaya bakışta gösterir, kalıcı ve yaygın hale gelince de medeniyeti oluşturur. Şimdilerde İslam Medeniyeti’nin edep ve kültüründen, sonuçta da medeniyetinden çok az eser kalınca Batı kendisini en gelişmiş ve nihai medeniyet olarak görmeye başladı. “Medeniyet” kavramı teknoloji ve dünya görüşünden adab-ı muaşerete kadar uzanan geniş bir olgular kümesini ifade eder. Batı’yı, kendisiyle aynı çağı paylaşan ancak “ilkel” olan toplumlardan ayırır (Norbert Elias’tan, Nilüfer Göle, Modern Mahrem s. 28) diyebildiler. Yani Batı, köklerine bakmadan bugün kendisini ilkelin karşıtı olarak görüyor.

Gelecek yazımızda edebi somutlaştırarak tanımaya çalışalım.

Kaynak / Yeni Şafak Gazetesi