Bilgi Allah’tandır, O’nun ilim sıfatının bizdeki bir tecellisidir demiştik. Öyleyse bilginin kaynağı Allah’tır demek yanlış olmaz. O halde bilmenin bizatihi kendisi ilahi bir sır gibi olmalıdır. Çünkü bilgi Allah katındandır ve ondan ‘bize çok az şey verilmiştir’. Demek ki, bilgi bizim aldığımızdan ziyade bize verilen bir şeydir. Biz sadece onun verilmesinin sebeplerine sarılabiliriz. Adem’e de (as) ‘isimleri’ Allah öğretmiştir. Öyleyse bilgi insanın ilahi alanla gerçekleşen temasının sonucudur. Adeta O’nun Adem’e üfürdüğü nefhadan bir parçadır. Bu sebeple bilginin bizatihi mahiyetini anlamak da zordur. Biz bilginin sadece sebeplerini ve vasıtalarını bilebiliriz. Kısaca bilgi bir cevher değil yani küçücük zerreciklerden oluşan bir nesne değildir, belki araz da değildir.
Buna göre bilginin kaynağı da akıl ya da tecrübe yani deney ve duyular olamaz. Bunlar bilgiye ulaşmanın birer vasıtasıdır ve bilginin daha pek çok vasıtası olabilir. Bundan olacak ki, İslam kelamcıları bilinçli ve isabetli bir şekilde ‘bilginin kaynağı’ yerine ‘bilginin vasıtaları’ ya da ‘bilginin yolları’ tabirini kullanırlar ve ona ulaşmanın yollarının şu üçü olduğunu söylerler: Duyular yani deney ve tecrübe, akıl ve doğru haber.
Doğru haberi de ikiye ayırırlar: Zaruri/zorunlu bilgi oluşturan mütevatir haber ve yalan olmadığı tecrübe ile bilinen sadık haber. Bu ikincisi ile Peygamber’in getirdiği yanlışlanamayan bilgiyi yani vahyi kastederler.
Ancak İslam’da akıl bir bilgi vasıtası olmakla beraber akılla din oluşturulamaz. Akıl sadece fizik dünyayı anlamada kesin bilgi verebilir. Salt akıl Allah’ın varlığını bulabilir mi meselesi bile tartışmalıdır. Matüridîler bulabilir, bulmadır derken Eşarîler bulamayacağı kanaatindedirler. Şeri hükümlere gelince hiçbirine göre akıl yoktan hüküm koyamaz. Dini alanda akıl sadece var olan hükümleri, kısaca nasları anlamanın vasıtasıdır. Dolayısıyla nasların kesin olan anlamları dışındaki her türlü delaletlerine, tevil anlamındaki yorumlarına akılla ulaşılır ve bu yolla ulaşılan bilgilere içtihat denir. Ancak içtihatlar zaruri/zorunlu yani kesin bilgi oluşturmaz. Oysa iman ancak zaruri/zorunlu bilgi ile oluşur. Zaruri bilgi zaten tabiatı gereği öyle inanmayı zorunlu kılar.
Mutezile ve bu konuda onları izleyen Şia ise aklın da şer’in bilgi kaynaklarından biri olduğu kanaatindedirler. Bu konu bizim usul kitaplarımızda ‘hüsün-kubuh’ başlığı altında anlatılır.
Bununla birlikte zorunlu ve bağlayıcı olmasa bile bilgiye ulaşmanın başka yolları da olabilir. Mesela görme duyusu doğuştan bulunmayan birisinin renkleri algılayamayacağı gibi, faraza insanın bir altıncı duyusu daha olsaydı onunla daha pek çok şey öğrenebilmesi mümkün olurdu. Bunun makul olduğunu biz bazı hayvanların farklı hisleriyle dahi anlıyoruz.
Duyularımızın yanında duygularımızın da olduğunu biliyoruz. Eğer biz bazı duygular yaşıyorsak onları depreştiren, ya da onları uyaran şeylerin var olması da kaçınılmazdır. Akıl dahi bir duyu değildir, duygudur. Ne var ki, duygular bâtındır ve bâtının sınırı yoktur. Bâtın hep hakikatten ibaret de değildir. Bu sebeple bâtının itibara alınabilmesi için zahir ile test edilmesi, zahirin ona ölçü kılınması gerekir. Zahir nasların o sözünü ettiğimiz anlamlarıdır.
Şöyle de diyebiliriz: Önce bizim basitçe ve hayvanların da bir derece ortak olduğu duyularımızla elde ettiğimiz bilgilerimiz vardır. Sonra akıl devreye girer. Onunla elde ettiğimiz bilgiler duyu ve deneyüstüdür. Sonra vahiy gelir ki, ondan aldığımız bilgiler ise bu ikisinin de üstündedir. İnsan bu üst bilginin varlığını keşif ve ilham gibi yollarla da hissedebilir. Belki de bu ikisinin varlık sebebi bunu anlayabilmemizdir. Ancak bunlar da yanıltıcı olabilir, onun için biz bu yollarla o alanın kesin bilgisine ulaşamayız. Onun kesin bilgisi sadece vahiy ile elde edilebilir ki, onu getiren de peygamberdir.
İşte zahir ilim vahyin verdiği bilgilerdir. Bunların bir kısmı kesin olur, ondan herkes aynı şeyi anlar. Böyle olan zorunlu bilgiyi ve imanı gerektir. Bir kısmı da zann-ı galip oluşturan anlamalardır, hata olma ihtimaliyle beraber onlara uyulması da bir zorunluluktur. Ya da usulüne uygun olarak yeniden anlaşılırlar.
Kaynak / Yeni Şafak gazetesi