Müftü, imam ve vaiz arkadaşlarla hasbihal ettik. Heyecanımız kalmadı, bu halimiz normal midir yoksa bir arıza mı var diye sordular. Heyecan insanî bir eylem olduğuna göre heyecansızlık bir canlılık alameti olamaz. Bizi biz yapan hayat damarlarından bazılarının kuruduğunu gösterir. Bu damar niçin kurur, kurumuşsa nasıl tekrar hayat bulur, bunu belirlemek de zordur ama gereklidir.
Sorunun cevabını ben de iyi bilmediğim için önce bazı imam arkadaşlara sordum. Birisi güzel bir şey söyledi, ben bunun çaresini şöyle buluyorum dedi: Mihraba geçtiğimde, ya da kürsüye çıktığımda 657’ye tabi bir memur muyum, yoksa o anda Resulüllah’ın bir vekili miyim diye düşünüyorum. Çok güzel, bu bilinç önemli, ama bunu yapabilmek de yine bir seviye meselesi. Buraya kadar nasıl gelmeliyiz? İşte problem bu.
Sık sık atıfta bulunduğum, bir tespiti söyledim. Bir davanız, düşünceniz, inancınız varsa bunun sürdürebilmenizin dört temel saikı/motoru vardır: Bilgi, eylem, tefekkür, heyecan. Bunlara öncesinde bir de güçlü bir imanı eklemek lazım. Biri eksik olursa bir motoru çalışmayan uçak gibi olursunuz, her an düşebilirsiniz. Ve her birinin kazanılmasının ve canlı tutulmasının kendine has yolları vardır. Bunları bilip uygulamak gerekir. Yani önce bu ana esaslardaki eksikliklerimizi gidermeliyiz. İmam Rabbani bunları sık sık ilim, amel, ihlas formülü ile özetler. Bu da yaklaşık aynı kapıya çıkar. İhlas o güçlü imanı da barındırır.
Peki, bunu sağlamak için ne yapmalıyız? Hayat sürekli hareket halindedir, sabit bir noktada durabilmek mümkün değil. Onun için bu seviye güzel, bunu korursam bana yeter derseniz kendinizi kandırmış olursunuz. Allah iki farklı ayette bu gerçeğe işaret eder: ‘Biz sizin öne geçenlerinizi de biliriz, geri kalanlarınızı da’ (Hicr 15, Müddesir 37). Yani bunun ortası yoktur. İlerlemediğiniz an gerilemektesiniz. Çünkü diğerleri sizi geçmektedir, siz de göreceli olarak geri kalmaktasınız.
Bunları korumanın her zaman ilk akla gelen çaresi vasıflı beraberliklerdir. İnsan insanın desteğine muhtaçtır. Vasıflı beraberliklerde iki artı iki dört etmez, belki sekiz eder. Buna sinerji diyorlar. Aslında şu mealdeki ayeti kerime bu işin formülünü tam olarak vermektedir: ‘Ey iman edenler, Allah’a karşı takvalı/saygılı olun ve sadık/dürüst insanlarla beraber bulunun’ (Tevbe 119). Ayet, yapılması gerekenleri sırasıyla sayıyor: İman, takva ve dürüstlerle beraber olmak. Yani önce kendimize düşenlerin yapılması; iman ve takva. Bilindiği gibi takva, kulun Allah’ın emir ve yasaklarına uyarak kendini korumasıdır. Bu ilk iki ön şartı tamamlarsak sıra o vasıflı beraberliklere gelir. Böyle beraberliklerde heyecanın yollarını bulabiliriz. Aksi halde insan yaşadığı şartlara alışır ve heyecanını kaybeder. Kaybedince de sıradanlaşır, işe yaramaz hale gelir.
İkinci olarak bir mümini canlı tutan şeyin ‘dosdoğru kılınan’ namaz başta olmak üzere Allah’ın zikri, yani O’nun sürekli hatırda tutulması olduğunu bilmeliyiz. Zikir kavramının asıl anlamını da yeniden öğrenmeliyiz. Her Cuma 21.00’deki Kur’an derslerimizde bu kavramı anlattık. Zikir oturup tespih çekmekten ziyade, kulun her işinde Allah’ı hatırlaması, O’nu görür gibi davranmasıdır. Bunu günlük eylemlerimizin yarısından çoğunda başarabilirsek o zaman Allah’ı çok zikretmiş oluruz. O bize ‘çok zikredin’ diyor. Her işe Besmele ile başlamak bunun önemli kalemlerinden biridir. Bilinçli ibadetler zikirdir. Zikrin olmadığı bir ibadet kuru alışkanlıktır. Her gün otomatiğe bağlanan ibadetler, ibadet olmaktan çıkar âdete dönüşür.
Zikrin zıddı nisyandır, unutmadır. Bütün kötülükler Allah unutulduğu için yapılır. Bir peygamber olan Âdem (as) bile unutunca hata yaptı. Zikirsizlik nisyana, nisyan isyana götürür. İbadetlerini asgari düzeyde yapmayanlar unuturlar, Allah’ın değil, nefsin ve şeytanın kulu haline gelirler ve artık rahatlıkla her kalıba girebilirler.
Heyecansızlık sebebi olarak üzerimizdeki farkına varmadığımız baskıları da hesaba katmalı ve bunlardan kurtulmanın çarelerini de bulmalıyız. 657’nin baskıları vardır, mahallemizin ve cami cemaatimizin baskıları vardır. Bunların bir kısmı tabii ve gerekli olabilir ama bizim gerçek bir mümin olmamız Allah’ın emirleri ile kulların sınırlaması karşı karşıya geldiğinde Allah’ı tercih etmemizle mümkündür. ‘Halik’a isyan ederek mahluka itaat edilmez’ (Tirmizî). Yeter ki, akıllı olalım.
Heyecanımızın sömürülmemesi de ayrı bir meselesidir. Bir zamanlar şöyle demiştim: ‘Şeytanlığa dikkat ediyor musunuz? Nerede cihad ruhu taşıyan heyecanlı gençler varsa DAEŞ’e götürüp imha ettiriliyorlar’.
Kaynak / Yeni Şafak Gazetesi