Dinimiz, imanımız, mukaddeslerimiz, millî manevi değerlerimiz; Türk milletinin ortak değeridir. Şahısları putlaştırmayın! Ezberlediğiniz/ezberlettiğiniz kavramları ne zaman öğreneceksiniz? Ne zaman kafanızdaki şablonun (demokrasi, laiklik, inkılap, vs.) dışına çıkacaksınız? Kendi değerlerinizi yaşamasanız bile ne zaman öğrenip, sloganlardan kurtulacaksınız? Algı operasyonu yapmaktan ne vakit vazgeçeceksiniz?
Bu milletin değerlerine, mukaddeslerine yapılan imha ve tahribatları savunmaktan da vazgeçmeyi hiç düşünmeyecek misiniz?
Kemalizm, bir Batılılaşma projesidir. Kemalizm, bir redd-i miras’tır. Bu toplumun İslami tarafının tasfiyesi, medeniyet iddiasının reddi, topluma tepeden, jakoben yöntemlerle bir kimlik dayatma projesidir. Kemalizm hem toplumu hizaya getirmek, hem de İslâmî kimliğini ve iddialarını adım adım yok etmek için kullandıkları bir sömürü aracıdır. Zihnimiz işgal edilmiştir. Kültür emperyalizmi, vatan işgalinden daha beter ve tehlikelidir. Bu sinmişlik, bu tavır koymama, cevaptan kaçınır suskunluk, karşı tarafı cüretkâr hale getirmiyor mu?
Aydınların durumu da içler acısı. Onlar da düşünemiyor.
Çünkü milletin özünden alacağı ışığı alamıyor. Düşünce için bilgiyi yeterli görüyor. Bilgi olarak gördükleri de paganizm!
İslâm medeniyetinin medeniyetimiz olduğu, devlet olarak da Osmanlı’nın hakkaniyetiyle, adaletiyle insanlığa ‘örnek devlet’ olduğunu göstererek medeniyet tarihine geçtiğini Batının aydınları bizden iyi biliyor. Adaletin, hakkaniyetin ve kardeşliğin zirvesi medeniyetimiz aşağılandı. Çocuklarımızın tarih bilinci linç edildi. Kültürümüz aşağılanıp bu toplumun ruhunu oluşturan kültürel değerlerimiz, dinamiklerimiz hunharca, acımasızca dinamitlendi.
Tarihimizle de irtibatları yok. Sadece geçmişe, Osmanlı’ya olan düşmanlık! Belgeli, ispatlı yapılanları bile konuşmak yasak. Bir 23 Nisan geçirdik. Belediyeleri AK Parti’den alanların 23 Nisan kutlamalarına baktığınızda; eğlencesinden törenlerine varıncaya kadar “tek adamlık” Kemalizm, sekülerizm, putlaşma ve putlaştırmaya giden adımları görürsünüz.
Gayet samimi bir şekilde 23 Nisan’da olanları ilk Meclisi, oluşturulmasını, hangi gün ve nelerle açıldığını (yalana, sahtekârlıklara, iftiralara, vb. bulaşmadan) yapamazlar mıydı?
İstiklal Harbi öncesini, sonrasını, son dönemi (yapılan/yaptırılan inkılapları) ilmi, objektif, peşin hükümsüz öğrenmeyi hiç mi düşünmüyor musunuz?
Ya ümmeti başsız bırakan hilafetin kaldırılması meselesini.
Hiçbir önemli harbin (hele İstiklal Harbi gibi) tek adamla kazanılmadığı/kazanılmayacağı, Tek Parti/Tek Şef dönemlerini tahkir ve tahrik etmeden, hakaret ifadesi bulundurmadan, seviyeli, kaliteli adamlara yakışır şekilde konuşup tartışıp; hak ve hakikatte, doğrularda, güzelliklerde buluşulacağını ne zaman kabul edeceksiniz? 23 Nisan 1920’de Kur’an-ı Kerim’lerle, dualarla Cuma günü açılan Meclisi, bu birinci Meclisin kapatılıp, kendi kadrosundan müteşekkil, ‘emir kullarından ibaret ikinci meclisin açılması, sonrasında başlayan inkılaplar konuşulmayacak mı?
Cenaze namazı kıldıracak adam bırakmayan, ezanı yasaklayan, hafıza kaybına sebep olan harf inkılabını yapan/yaptıran, kadınımızın hürriyete kavuşturulması adı altında iffet ve hâyâ perdesinden sıyrılıp teşhir metaı haline getirilmesine varıncaya kadar yapılanlar bilinmeyecek mi? Batı’nın rezilliklerinin ‘uygarlık’ adına getirilmesini, İslâm’ın hayattan çıkarılıp tamamen dışlanmasını, tehlikeli gösterilmesini öğrenmeyecek miyiz? Meselelerimizi objektif, ilmî ölçülerle tartışmaya, konuşmaya, samimiyetle dertleşmeye o kadar ihtiyacımız var ki? Kırmadan dökmeden, itham, iftira ve suizandan uzak birbirimize tahammül göstererek konuşabilsek.
Masum ve mahfuz (günahlardan, hatalardan korunmuş ve hıfzu himâye edilmiş) olanlar sadece peygamberlerdir. Peygamberlerin dışında hiç kimsenin (cemaat liderleri, parti liderleri de dahil) böyle bir durumu yoktur olamaz.
Mutedil ve müstakim olmak zorundayız. Peygamberimiz bile mübalağalı medihte bulunmaya (aşırı övmeye) karşı olup, “Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’ya yaptıkları gibi, beni aşırı şekilde övmeyin! Ben ancak Allah’ın kuluyum. Bana ‘Allah’ın kulu ve Resulü’ deyin!” buyurmuşlardır. Kendisine ‘En hayırlı’ diyenleri bile susturmuştur.
Her alanda süren kavram kargaşası, en yüksek dozda maalesef yaşanıyor. ‘Millet, ümmet’ gibi saf Kur’ânî bir terimin içi boşaltılıp ‘seküler’ bir anlam yüklenerek türetilen bir sürü yalan yanlış beyanlar nasıl düzeltilecek?
Irkçılığa karşı duruş sergilerken “Millîlik”ten rahatsız olmasanız, koskoca bir Milletin adı olan ‘Türk Milleti’ adını etnik kökene indirgeme hatasına düşülmez. Basitleşip hiç yer ve lüzumu yok iken ‘andımız’ hassasiyeti göstererek kaldırılan andımızı inadına okumak okutturmak hiçbir değer ölçüsüne, millet kavramına uymaz. Hele ‘andımız’ı yazanı biliyorsanız. Ben de size bugünün kalıcı hatırası olsun için kendi andımız’ı bir ayetin hatırlatması ile bitireyim.
“De ki: ‘Benim tüm istek ve arzum, bütün ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan hepsi yaratan, yaşama kabiliyeti, gücü ve varlıklara işleyiş düzeni veren, koruyan, kontrol eden, âlemlerin, bütün varlıkların Rabbi Allah rızası içindir. Allah’a armağan olsun!” (6 En’am 162) (Bu âyet, Kur’an’ın mü’minlerine talim ettirdiği anddır. İnsanı Allah ‘en güzel kıvamda’ yaratmış, kıvamını bulması için üstün yetilerle donatarak yolun başına bırakmıştır. Eğer insan emanete sadâkat göstermek istiyorsa, kendisini Allah’a adayacaktır. Zira insanın kendisini armağan edeceği ve aldanmayacağı tek kapı Allah’ın kapısıdır.
Allah dışındaki bir kapıya adanış bin aldanıştır. Zira insana ‘değerini’ yalnızca Allah verir. Bu yüzden kendisini Allah’a armağan edene fiyat biçilemez. Fiyat biçilenin ise değeri olmaz. Onu alan da çıkar, satan da. Bu âyet muhatabına bu hakikati tebliğ eder.)
“Müslüman’ım” demek kolay, fakat tasavvurumuzu, aklımızı, şahsiyetimizi Müslüman etmek zordur. Bunu yapmadan adam gibi Müslüman olmak mümkün değildir.