Adım, Enes… Soyadım, Rahman. Pakistanlıyım. 19 Haziran 2002 tarihinde Multan Şehrinde doğmuşum. İki erkek ve bir kız kardeşim var. Babamın adı Amjad Ali ve annemin adı Tasleem Amjad. Babam bir tüccar ve annem ev hanımı... İlkokulu, 5. Sınıfa kadar evime yakın bir okulda okudum. Ve sonrası, üç yıl medreseye gittim ve hafızlık yaptım. 9. Sınıftan itibaren tekrar okula gitmeye başladım. Kendimi çok iyi bir öğrenci diye tanımlayamasam da, sorumluluk duygusu taşıyan bir öğrenci olduğumu söyleyebilirim. Ve dört yıl içerisinde normal bir öğrenci gibi liseyi bitirdim ve kendimi üniversite için hazırlamaya başladım.
13 Ağustos 2021, Sıcak bir yaz günüydü. Benim için normal bir sabahtı ama, akşamımın normal olmayacağını bilmiyordum. Arkadaşım ve kuzenim Haris beni aradı, "e-posta aldınız mı?", diye bağırdı. Neden bahsettiğini ve niçin bağırdığını sordum. “E-postanı gerçekten kontrol etmedin mi?” tekrar bağırdı. Olumsuz yanıt verdim. Hemen, e-postamı kontrol edip onu aramam gerektiğini söyledi.
İşte, benim Türkiye Yolculuğum böyle başladı. O bir, e-posta, hayatımı değiştirdi. Arkadaşımın ısrarıyla kontrol ettiğim e-postada, en sevdiğim bölüm olan Mekatronik Mühendisliği’ni İstanbul Marmara Üniversitesi’nde YTB’den burs kazandığım ve lisans eğitimim için Türkiye'ye davet edildiğim yazıyordu. Kardeşime müjdeyi vermek için koştum. Haber verir vermez, heyecandan yerinde zıplamaya başladı. Benden daha mutlu gibiydi. (Bu mutluluğu belki de, ben evden çıkar çıkmaz benim rahat yatağımda artık kendisinin uyuyacak olduğu içindi.) Sonraki 15 dakika içinde tüm ailem bursu kazandığımı biliyordu. Annem, en sevdiğim yemeği hazırlamaya başladı ve babam kutlamak için dükkandan eve döndü. Babam çok heyecanlandı ve abilerine müjdeyi duyurana kadar da heyecanına hakim olamadı. Haberi teyit eder etmez, kardeşlerine telefon etmeye başladı ve onlara heyecan içerisinde: “Oğlum Enes, evet evet aynen, oğlum burs kazandı. Evet, gidiyor. Tabii ki evet, evet..!” Kardeşlerine sadece bunları söyleyebiliyordu.
Belgelerimi hazırlayıp Türkiye'ye gelmem için bana yaklaşık 30 gün süre verildi. Sabahları babam beni evrak işlerini halletmem için devlet dairelerine; akşamları ise annem, Türkiye'deki yeni hayatım için gerekli olan şeyleri almak üzere alış-verişe götürüyordu. O 20 gün içinde bir şey fark ettim, Türkiye'de yeni bir hayata başlayacaktım ama, peki ya burada Pakistan'daki hayatım, ailemle olan hayatım ne olacaktı? Ve çok geçmeden anladım ki, bu hayat artık aynı kalmayacaktı. Hiç ailesiz yaşamamıştım. Ve bu, benim ilk seferim olacaktı.
Çok geçmeden evraklar da hazırdı ve Lahor Havaalanı’na gideceğim günün sabahı gelip çatmıştı. İlk defa uçağa binecektim. Annem bavulumu topladı. Babam bir dosya içerisinde, hazır olan belgelerimi özenle sırt çantama yerleştirdi. Emin olmak için her bir belgenin fazladan 3 kopyası vardı.
Anneme sarılana kadar her zaman, duygusal olmayan, güçlü bir insan olduğuma inanırdım. Ne kadar yumuşak kalpli ve duygusal bir insan olduğumu o zaman anladım. Gözyaşlarımı tutmaya çalıştım ama, gözlerim beynimin onlara söylediklerini reddediyordu ve gözyaşlarım adeta bir şelale gibi akmaya başladı. İçin için ağlamaya başladım. Gerçekten çok ağladım… Çok geçmeden taksiye binip hava alanına gittim. Beni havaalanına babam götürdü. Bir baba ve oğul, ailenin diğer fertlerinin olmadığı bir yerde son kez kucaklaşırken, kim daha çok ağlar ve ilk kim ağlar, bunu açıklamak istemiyorum. Bunu okuyucularımın takdirine bırakacağım.
Havalimanının içi çok kalabalık göründü bana. Zira daha önce hiç havalimanına girmemiştim. Bu yüzden önce bir ürperdim. Bu duygularla ben, sadece süreci takip edebiliyor ve yaklaşık 3 saat sonra hayatımda ilk kez uçağın içindeki koltuğumda oturuyordum.
26 Eylül 2021, yaklaşık 6 saatlik bir uçuş neticesinde Asya ile Avrupa'yı birleştiren muhteşem şehir Konstantinopolis'in semalarındaydım. Kısa sürede İstanbul Havalimanına indik. İlk iş olarak havalimanındaki işlemleri takip edip tamamlayarak, otoparka çıktım. Bu süreçte öğrenebildiğim Türkçe kelimeler sadece: “Evet”, “Hayır” ve “Çok Güzel” den ibaret idi. Otoparkta rastgele birisiyle karşılaştım. Bana: “Çakmak var mı?” dedi, soruyu anlayamadan “Çok güzel” diye cevap verdim. Bu, bildiğim tek Türkçe kelimeydi. Rüyamda bile, yeni bir ülkede bana sorulan ilk sorunun bu olacağını düşünemezdim. Adam benim yabancı olduğumu fark edip, ileriye doğru yürüdü.
Organizasyondaki YTB görevlisi kişiler beni aldı ve yerleştirileceğim ilk yurduma götürdü. En büyük sorun dildi. Adeta dili ağzından alınmış birisi gibiydim. Cümleler aklımdaydı ama, dilime getiremiyordum. Hayatımda ilk kez, konuşamayan insanların kendilerini nasıl hissedebileceklerini düşündüm. Kalacağım öğrenci yurduna girip müdürle tanıştığımda; kendisi, yurt binasının yeni yapılmış olması sebebiyle, bir hafta boyunca yurtta internet, yemek ve su olmayacağını yarım saat kadar uğraşarak bana zar-zor anlattı. Ama bu teknoloji çağında benim için internet ihtiyacı, yemek ve sudan daha önemliydi. Ailemle iletişime geçip, İstanbul’a indiğimi ve hatta kalacağım yurduma da ulaştığımı söylemem lazımdı. Ancak internet olmadığı için bu görevimi yerine getiremiyordum.
Yurttan dışarıya çıktım. Hikayelerde anlatıldığına göre insanlar, yabancı bir yerdeyken hayatta kalmak, su ve yiyecek bulmak için dışarı çıkarlar. Ben de aynı durumu yaşadım. Ancak ben, hayatta kalabilmek için internet bulmam gerekiyordu. Bir manav buldum. Orada internet olduğunu öğrendim. Önce bir miktar muz aldım, sonra da internete bağlanmak istediğimi söyledim. Çünkü, onlardan bir şey almadan direkt internete bağlanmama izin vermeyebilirdi. Nihayet ailemi aradım, durumu anlattım ve muzlarımla tekrar yurda gittim. Bunlar benim akşam yemeğim, ertesi günki kahvaltım, öğle yemeğim ve tekrar akşam yemeğimdi. Yeni hayatıma muzlarımla böyle başladım.
Türkçe kursuna kaydoldum. Türkçenin eğlenceli bir dil olduğunu öğrendim. Dil kursunu birinci yıl sonunda tamamladım ve artık Türkçe konuşmaya da başladım. Bana konuşmayı öğrettiği için, Türkçe öğretmenlerime tüm kalbimle teşekkür ediyorum. Doğduğumda konuşmayı bilmiyordum, bana annem öğretti. Bu yeni hayatta da aynı şekilde ben konuşmayı bilmiyordum, Nurgül isimli öğretmenim öğretti. Onu da annem gibi görüyorum.
Dil öğrenimi esnasında karşılaştığım zorluklar, güzellikler, komiklikler de oldu, tabii…
Türkçe öğrenmeye başladığımız ilk günlerde çoğu zaman adımızı, ülkemizi ve burada ne okuyacağımızı söyleyerek kendimizi tanıtmak zorunda kalırdık. Öğretmenimiz her gün bizden kendimizi tanıtmamızı isterdi. Benzer bir gün, sınıftaki öğrencilerden biri kendini tanıtırken dil sürçmesi yaşadı. "Yüksek" kelimesini unuttu ve onun yerine "Yumuşak" sözcüğünü koydu ve kendisini tanıtırken şöyle bir cümle söyledi: "Ben Yumuşak Lisans yapıyorum" Herkes bir an için şok oldu. Bu ‘Yumuşak lisans’ neydi? ve hemen sonra anladık ki: Arkadaşımızın, "Yumuşak" değil "Yüksek" demesi gerekiyordu. Hocayla beraber tüm sınıf bir kahkaha attı. Ve o günden itibaren bizim sınıf ile hocamız arasında bu söz adeta bir deyim ve espri oldu: "Yumuşak Lisans"….
Türkçe kursundayken çok zorluklarla karşılaştım. Yazma ve okuma konusunda kendimi geliştirdim ama konuşmada ve dinlemede pek iyi değildim. Yine de Türkçe kursu çok eğlenceliydi. Her gün yeni kültürler hakkında birçok şeyler öğreniyorduk. Sadece Türk kültürü değil, tüm dünyada olan Afrika, Güney Amerika, Ortadoğu, Türk Cumhuriyetleri, Balkanlar, Uzakdoğu vs. farklı kültürler. Bu, Türkçe kursunun en güzel yönüydü. Ama bana gelen zorluklardan en önemlisi de, Türkçedeki "o" ve “ö” ve aynı şekilde “u” ve “ü” arasındaki farktı. Bunları soylamekte çok zörlaniyordüm ve hoce da hep bana bunleri anlatiyurdü. Ama artık bu alanda da iyi oldüm ve normal könuşebilıyorrim (!)
Türkiye'ye gelmeden önce şehrim dünyamdı. Benim şehrimden çok daha büyük bir dünya olduğunu hiç bilmiyordum. Kuyudaki kurbağa gibi olduğumu asla bilemezdim. Çünkü henüz çok genç ve tecrübesizdim. Kuyudaki kurbağa, orada doğduğu, orada yaşadığı ve orada öleceği için kuyudan başka bir dünya olmadığını zanneder. Ama bilmediği şey, hayal edebileceğinden çok daha büyük göletler ve göller olduğudur.
Bu arada, Fütüvvet Vakfı ile Tanışıyorum. Oradaki kişilerin, üzerimdeki etkisi…
Yukarıda yeni hayatımdaki (Nurgül Öğretmeni kastederek) annemin kim olduğumu anlattım. Şimdi gelelim, bu yeni hayatımda manevi babamın kim olduğuna... Ben yurtta kalıyorken, oradaki öğrenci arkadaşlarım bir gün beni, Üsküdar Merkezinde bulunan Fütüvvet Vakfı’na davet etti. Bir pazartesi günüydü… Vakfa geldik. O zaman Türkçem pek iyi değildi, konuşmaları anlayamayacağımı düşündüm. ama yine de daveti kabul ettim. Küçük bir tanışma ve dersten sonra ikram olarak pide geldi. Belirttiğim gibi, dersten pek bir şey anlayamadım ama pideyi beğendim. Vakfın kurucusu Emir Hoca benim için önceleri “Pideli Baba” idi!. İlk haftalarda her pazartesi günü, ben buraya pide yemek için gelmeye ve ancak bu arada yavaş yavaş dersleri de anlamaya başladım.
Hoca derslerde, hayatta önemli hedeflerimizin olması gerektiğini; ülkelerimize, insanlığa ve ümmete karşı görevlerimizi asla unutmamamızı, su gibi akıp giden zamanımızı iyi değerlendirmemiz icap ettiğini, tarihten ve sosyal hayattan seçtiği örneklerle anlatıyordu. Hocanın çok bilgili adam olduğunu anladım. Hocada çok tecrübe olduğu için, yeni yetişen bir genç olarak zihnimdeki birçok sorunun çözümü, anlattıklarında bulunuyordu. Vakıf benim gibi öğrenciler için, adeta bir cennet gibi olmuştu. Üzerimde etkileri olan vakıf yetkilileri gazeteci/yazar Selahaddin E. Çakırgil, iş adamı Ramazan Öcaldı ve mali müşavir Serkan Adıgüzel ağabeylerimi de hayırla yad etmem gerekir. Artık ben, bu sıcak çevrenin ilgisi sebebiyle yavaş yavaş haftada müsait olduğum zamanlar vakıfa geliyordum ve burasını çok beğeniyordum. Ancak Emir hoca da, benim nazarımda, ancak Pakistan’da olan babamda bulduğum ilgi ve sevgiyi bana sunan birisiydi.
Üniversitede Mühendislik bölümünün ilk yılındayım ve hayatımın her alanında kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Türklerle yaşayarak ve kültürlerini anlayarak birçok yeni şey öğrendim. Pakistan'da yaşarken öğrenmeyi hayal bile edemeyeceğim şeyler…
Kıgızistan’lı Bahtiyar, Gana’lı Abdulmennan, Hemşehrim Hassan Mehmood, Mısırlı Abdurrahman İsmail, Kolombiya’dan Jelsin Stiben Sanchez Almanza, Hindistandan Uvesh Khan, Arakan’lı Muhammed Seyfuddin isimli arkadaşlarım da isimlerini bir çırpıda anabileceğim çok sayıda yakından tanıdığım isimlerden sadece birkaç tanesidir.
Yurt dışında okumanın uzun ve kısa vadede sağlayacağı kazanımlar…
Yurt dışında okumak, Allah tarafından benim için güzel bir fırsattı. Bu iki yıl içerisinde artık her şeye farklı bir gözle bakıyorum. Çünkü bir yandan da bedenen ve fikren gelişiyordum. Çok sayıda uluslararası dil, kültür, sosyal çevre, düşünce ve hatta dinlere mensup arkadaşlar arasında yaşamanın kazandırdığı bir sonuç olarak; kendimin daha çok sorumluluk yüklenmem gerektiğini hissettim. Sorunlarla karşılaştığımda korkmadan, bunları halledebileceğimin güven ve yeteneğine sahibi oldum. Kendimi neredeyse her alanda geliştirmiş oldum. İnsanlara yardım etmeyi, paylaşmayı; insanlarla iletişim kurmayı ve onları daha iyi bir şekilde anlamayı öğrendim. Bunlar bir yazıda belki o kadar güzel gelmeyebilir. Ama gerçekte bunları hissetmek çok güzeldir. Bunları hissederek bir insan, “insan” olduğunu anlar.
Son olarak, burada olduğum için sürekli desteklerini esirgemeyen her bireye, öğretmenlerime ve hepsinden önemlisi aileme teşekkür etmek istiyorum.
Benim adım Enes Rahman… Ve bu, benim hikayem…