DURSUN GÜRLEK - ŞEHİR KİTAPLARI VE İNSAN HAZİNELERİ..

DURSUN GÜRLEK - ŞEHİR KİTAPLARI VE İNSAN HAZİNELERİ..

DURSUN GÜRLEK - ŞEHİR KİTAPLARI VE İNSAN HAZİNELERİ..


Son büyük depremin sebep olduğu korkunç can kaybıyla ilgili haberleri hüzünle okumaya el’an devam ediyoruz ve böyle büyük bir felaketi bize bir daha yaşatmaması için Yüce Rabbimiz’e yalvarıyoruz.

Sadece can kaybı mı? Eskilerin “kıyamet-i suğra” dedikleri bu küçük kıyamet, bir çok tarihi eseri de, büyük oranda tahrip etti. Gazeteler bu tahribat haberlerini, insanın içini kanatan resimlerle birlikte yayımlamaya halen devam ediyorlar.

Geçen gün Yeni Şafak’ta “250 tarihi eser enkazdan kurtarıldı” başlığıyla yer alan haberin spotu şöyleydi: “Hatay’da depremde zarar gören tarihi eserlere yönelik çalışmalar hız kazandı. Yıkıntılar tek tek fotoğraflanıp belgelendirilirken enkazdan da 250’den fazla eser kurtarıldı. Her hafta belirlenen bölgedeki eserlere yoğunlaşan ekipler bu hafta İhsaniye Camii ile Rum Ortodoks Kilisesi üzerinde çalıştı.”

“Ömrünü Hatay’a adamıştı” başlığıyla yine aynı sayfada neşredilen haberi de gözden geçirince hüznüm ikiye katlandı. Bu haberin de giriş paragrafı şöyle başlıyordu:

“Depremlerde kaybettiğimiz on binlerce can içinde kültür dünyamızın da insan hazinelerini yitirdik. Onlardan biri de Hatay’da yaşamını yitiren araştırmacı yazar Mehmet Tekin. Hayatı boyunca şehrin kayıp kültürünün gün yüzüne çıkarılması için çalışmalar yapan Tekin, Hatay’ın tanıtımına katkı sunan 44 eser yazdı. Bölge kültürünün tanınması için dernekler kurdu, seminerler verdi. 6 Şubat gecesi Antakya’da yaşadığı evde enkaz altında kaldı. Tekin, ömrünü adadığı Hatay’a defnedildi.”

Söz buraya gelmişken, şehir kitapları ve tabii ki şehir tarihleri üzerinde biraz durmak istiyorum. Merhum Mehmet Tekin gibi yaşadıkları şehirler hakkında geniş kapsamlı yayınlar yapanları doğrusu çok takdir ediyorum. Bu türlü kitapların beni cezbeden tarafı daha çok biyografi bölümleri oluyor. Daha önce kaleme aldığım birkaç makalede de belirttiğim üzere, her şehirde yetişen tarihi şahsiyetler, o şehirlere ait kitaplarda ayrıntılı anlatılıyor. Araştırmacılar ansiklopedilerde ve başka kaynaklarda bulamadıkları bilgilere bahsi geçen kitaplarda kolayca ulaşabiliyorlar.

İşin bu yönünün bildiğim için ben de kütüphaneme bir çok şehir kitabı kazandırdım. Bu satırları kaleme alırken onlardan bir kaçını masama koyup gözden geçirmeye başladım. Mesela “Sivrihisar Tarihi”nde, “Sivrihisar’da Yetişen Zevat” başlığı altında Nasreddin Hoca, Yunus Emre, Hızır Çelebi, Sinan Paşa, Şeyh Baba Yusuf, Aziz Mahmud Hüdayi gibi büyük zatlar daha ayrıntılı tanıtılıyor. Bunların dışında özellikle tasavvuf vadisinde yetişmiş başka şahsiyetlere de -keza- bu eserde yer veriliyor. İşte bir örnek:

Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri şöyle anlatıyor:

Bir gün, Peygamber Efendimiz’le Hz. Ali birlikte oturuyorlardı. Allah’ın Resulü, Hz. Ali’ye hitaben şöyle dedi: Yâ Ali! Sen ve ben bu ümmetin babasıyız. Hz. Ali, yâ Resulallah biz Haşimiyiz ve soyumuzdan gelenlerin babasıyız. Bütün ümmetin nasıl babası oluyoruz? Sebeb-i Hilkat-i Kainat olan Efendimiz şöyle buyurdu: Yâ Ali! Bu ümmet ilmi, irfanı ve fazileti bizden öğrendi. Ümmetimizin âlimleri ve fazılları manen bizim soyumuzdandır!..

M. Zekai Konrapa’nın 744 sayfalık “Bolu Tarihi” de işte bu şehir kitaplarından birini teşkil ediyor. 1960’da Bolu Vilayet Matbaası’nda basılan eserde Osmanlı tarihinin önemli olaylarına kuvvetli bir projektör tutuluyor. İslam tarihine olan vukufiyetiyle tanınan merhum, İstanbul İmam – Hatip Okulu’nda ve Yüksek İslam Enstitüsü’nde uzun süre hocalık yaptı. Ben de Tokat İmam Hatip okulu öğrencisi olarak onun yazdığı siyer kitabını okudum. Bu kitabı hâlâ saklıyorum. Fatih Camii’ni süsleyen ve Sultan Abdülhamid’in bütün Müslümanların halifesi olduğuna işaret eden o muhteşem tablonun hazin hikâyesini de -büyük bir merakla- bu eserden okumuştum.

Bu sahanın en velud kalemi hiç şüphesiz tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı’dır. Merhumun “Akşehir Tarihi”, “Erzurum Tarihi”, “Niğde Tarihi”, “Konya Tarihi”, “Alanya Tarihi” gibi bir çok değerli ve hacimli şehir kitabı bulunuyor. 854 sayfalık Akşehir Tarihi’nde hem bu şehrin tarihi, hem de Nasreddin Hoca hakkında önemli bilgiler ve belgeler yer alıyor. En girift kitabeleri bile kolayca okuyan Konyalı, bu eserinde Nasreddin Hoca’mıza ve onun ibret dolu fıkralarına yeni bir bakış açısı getiriyor. Merhum, adı geçen kitabında sadece Nasreddin Hoca’yla yetinmiyor, Akşehir’de yetişen büyük zatları da bize tanıtıyor. Harem’e yakın Selimiye’de kütüphanesi bulunan İbrahim Hakkı Konyalı, Karacaahmet Kabristanı’nda istirahat ediyor.

544 sayfalık “Alanya Tarihi” de Konyalı’nın diğer bir şehir hazinesi olarak karşımıza çıkıyor. Merhum kitabının önsözünde şu ilk cümleyi kullanıyor: “Alanya (Alaiyye) yalnız Türklerin değil, bütün dünyanın en büyük hükümdarı, Konya Selçuklu sultanlarından Birinci Alaüddin Keykubat tarafından kurulmuş ve adlandırılmıştır.”

Önsöz’deki diğer bir söz ise şöyle:

“Selçuklu Alaiyye şehirlerin büyüğü, büyüklerin şehri idi. İleri ve yüksek zevkli Selçuklular burasını başkent ve Konya’nın kışlağı yapmışlardı. Fatih ve Türk büyükleri burada bulunan saraylarındaki köşklerinde dinleniyorlardı.”

Diğerlerinde olduğu gibi bu eserde de, şehrin büyüklerine ayrıca yer veriliyor; devlet adamları, şeyhülislam, kadılar, âlimler ve şairler tanıtılıyor. Şairler arasında Fıtnat Zübeyd Hanım en ilgi çekici bölümü teşkil ediyor. Dedesi de, babası da Şeyhülislam olan Fıtnat Zübeyde Hanım bilindiği üzere Osmanlı kadın şairlerinin en ünlülerindendir. Yanılmıyorsam Laleli’deki, Koca Ragıp Paşa Kütüphanesi civarında bir sokağa da bu şairemizin adı verildi.

Konyalı, Fıtnat Zübeyde Hanım’la ilgili yazısını şu cümlelerle bitiriyor:

“Zübeyde Fıtnat Hanım’ın mezarı İstanbul Çarşamba’da dedesi Şeyhülislam İsmail Efendi’nin yaptırdığı caminin doğusunda, babası Şeyhülislam Mehmet Esat Efendi’nin yaptırdığı darülhadisin güneyinde, babasının, dedesinin, amcalarının ve kardeşi Şeyhülislam Mehmed Şerif Efendi’nin açık türbelerinin doğusundaki aile kabristanındadır.”

Şehir kitaplarının, şehirlerin bilgi hazineleri olduğunu unutmayalım.