Osmanlı’dan günümüze intikal eden tarihi mezarlıkları umûma ait kabristânlar ve hazireler diye ikiye ayırabiliriz. Hazireler daha çok selatin camilerinin yanı başında bulunmaları ve bir bakıma koruma altında tutulmaları dolayısıyla genel tahribattan ve hoyrat ellerin tasallutundan kurtuldularsa da umûma açık mezarlıklar umûmi bir saldırıya maruz kaldı. İlgisizliğimizin, bilgisizliğimizin ve vefâsızlığımızın bir sonucu olarak, açık hava müzeleri olmaktan çıkarıldılar.
Özellikle fetret devri diyebileceğimiz otuzlu, kırklı, hatta ellili yıllarda, şu veya bu sebeple, bazen de sebepsiz olarak o güzelim mezar taşları kırılarak, mıcır hâline getirilerek yahut yurt dışına kaçırılarak hatta, inşaatlarda duvar taşları olarak kullanmak sûretiyle yok edildi. Ecdat ve tarih düşmanlığının en şeni ve deni örnekleri böylece gösterilmiş oldu.
Her ne kadar hazirelerin, böyle cinayetlere maruz kalmadığına yukarıda işaret ettikse de -maalesef- onlara da bizler başka türlü zarar veriyoruz. Meselâ temizlik esnasında, kabir taşlarına tazyikli su sıkmak sûretiyle o güzelim yazıları, hat sanatının harika örneklerini, gül ve çiçek motiflerini tahrip ediyoruz. Taş kalpleri bile yumuşatan bu mezar taşlarındaki yazıları -ne yazık ki- okunamaz hâle getiriyoruz. Süleymaniye Camii haziresiyle Üsküdar’daki Şeyh Mustafa Devâti Camii’nin haziresini, bu sanat tanımazlığa iki örnek verebiliriz. Fatih Camii haziresinin de bakım ve onarım için abluka altına alındığını geçen gün (23 Kasım 2022) merhûm hocamız Prof. Dr. Raşit Küçük Bey’i ebediyete uğurlamak için oraya gittiğimde gördüm ve inşallah aynı yanlış ve tahrip edici uygulamaya bu cennet bahçesi de maruz kalmaz diye dua ettim.
İlmiyle, ahlâk ve karakteriyle ve tabii ki efendiliğiyle çok takdir ettiğim merhûm hocamızın da bu tarihi hazirede sırlanması dolayısıyla -lütfen- bir iki cümle daha söylememe müsaade ediniz. Efendim, kadim İstanbul’da Fatih ve Süleymaniye -öteden beri- “Ulemâ Semtleri” diye biliniyor. Özellikle cihân hükümdarı ikinci Mehmet, birinci icraat olarak Konstantıniyye’nin zaptıyla birlikte gönülleri de fethettiği için ulemânın takdirine mazhâr oldu. İlerleyen zamanla birlikte adı geçen semt âlimler, şairler, mutasavvıflar, hattatlar ve bilumum sanat erbâbının en yoğun bulunduğu merkez hâline geldi, bu vesileyle “Ulemâ Semti” diye tescillendi. Eski İstanbulluların, çok kullandıkları, “Fatih ulemâ semtidir, ilim Aksaray’a inmez” sözü de zaten bunun işareti kabul ediliyor.
Bu vesileyle belirtmek isterim ki, cennet bahçesi diye tavsif edilen Fatih Camii haziresi de sinesinde barındırdığı birçok büyük âlim dolayısıyla “Fatih Camii Hazinesi” diye nitelendirilebilir. Bu hazinenin birkaç mücevherinden söz etmek gerekirse Mecelle Cemiyeti Reisi Ahmet Cevdet Paşa, Mesnevi mütercimi ve Ankara valisi Âbidin Paşa, kitabiyât âlimi Ali Emiri Efendi, tarihçi Şehbenderzâde Filibeli Ahmet Hilmi gibi isimleri sıralayabiliriz. Son devrin iki önemli tarihçisi Halil İnalcık ve Semâvi Eyice Hoca da burada yatıyor. Mecelle Cemiyeti’nin en gözde şahsiyeti Ömer Hilmi Efendi burada mahşer gününü bekliyor. 47 yaşında vefat eden bu İslâm hukukçusu için Ahmet Cevdet Paşa, fıkıhla ilgili önemli meseleler için kendisine müracaat edildiği zaman, “Asrımızın İmâm-ı Âzam’ı olan Ömer Hilmi Efendi Hazretleri varken ne diye bana geliyorsunuz?” dermiş.
Biliyor musunuz, bu hazireye ilk defnedilen âlim bir şeyhülislâmdı. Osmanlı’nın yüz dokuzuncu şeyhülislâmı olan El-Hac Mehmet Refik Efendi dört başı mamur bir fıkıh bilginiydi. Çok düşünür, az konuşurmuş. Yusuf Kâmil Paşa, bundan dolayı, “Efendi hazretleri galiba vahiy bekliyor” diye şaka edermiş. Vefâtında Sultan Abdülaziz’in emriyle bu hazireye gömüldü. İstanbul’un bütün âlimleri, devlet adamları, fıkıh bilginleri cenazesine katıldı. Bu muhteşem manzara Ahmet Cevdet Paşa’yı çok hüzünlendirdiği için göz yaşlarına hâkim olamadı ve “Fıkıh hazinesini bugün buraya defnediyoruz!” cümlesiyle duyduğu derin üzüntüyü dile getirdi. Ve tarih hazinesi kabul edilen, 12 ciltlik “Tarih-i Cevdet”in ve iki ciltlik “Kısas-ı Enbiya ve Tevârih-i Hulefa”nın müverrihi olan bu büyük allâme de aynı hazirede İsrafil Aleyhisselâm’ı bekliyor.
Tarih sayfaları ibret tablolarıyla dolup taşıyor. Fatih Camii Haziresi’ne ilk gömülen bir fıkıh âlimiydi, son defnedilen de bir hadis bilgini oldu. Efendimiz’in hadisleriyle hemhâl olmayı en büyük ve en şerefli hizmet telâkki eden merhum ve mağfur hocamız Prof. Dr. Raşid Küçük, aslında büyük bir şahsiyetti. Burada onun hayatından, eserlerinden uzun uzun söz edecek değilim. Ben sadece hissiyâtımı ve kendisine duyduğum muhabbeti kırık dökük birkaç cümleyle dile getireceğim.
Namazını kıldıran hoca efendi, tabutunun başında yaptığı kısa konuşmada onun vasıflarını şu üç kelimede özetledi: İlim, hilim, vakar… Evet efendim Raşid Hoca, ilimle irşad etti, hilimle gönülleri kazandı, vakur duruşuyla hepimize örnek oldu. Soyadına bakarsanız “Küçük”tü. Bu özelliklerine ve güzelliklerine göre ise, “Büyük”tü. Nasıl meyve yüklü dallar aşağı doğru sarkarsa ve böylece tevâzuun faziletini kibir heykellerine bile gösterirse o da ilmiyle âmil, irfânıyla ârif, efendiliğiyle zarif olduğunu herkese tasdik ettirdi.
Fatih haziresinin ilk misafiri Şeyhülislâm Mehmed Refik Efendi’nin cenazesine devlet adamları, âlimler, fıkıh bilginleri katıldıysa, Raşit Hoca’nın cenaze merasimine de devlet adamları, halk ve hadis üstâdları iştirak ettiler. Diğer bir hadis âlimimiz ve merhûmun can dostu Yaşar Kandemir Hocamız kabri başında hüzünlü dakikalar geçiriyordu. Daha birçok ilâhiyatçı hocamız Raşid Hoca’yı cennete uğurlamaya gelmişti. Hocanın bir özelliği de kitap düşkünlüğüydü. Sık sık sahafları dolaşır, eski kitapları yeni yeni keşfetmenin zevkini yaşardı. Bu zevkini hep diri tuttu. O gün cenazesine işte bu hususiyetinden dolayı bazı sahaf dostları da katılmıştı.
Bendeniz, Raşid Hoca’yla tanışalı yıllar oluyor. Milli Türk Talebe Birliği’nin, İsmail Kahraman Bey’den sonraki reisi merhûm Burhaneddin Kayıhan’ın Cağaloğlu’ndaki yayınevinde arada bir buluşup sohbet ederdik. Telefonla da görüşür, yeni çıkan kitapları birbirimize haber verirdik. Merhûm hocamıza medyûnu şükrânım, yani teşekkür borçluyum. Çünkü Yeni Şafak’ta köşe yazmama o vesile olmuştu.
İyilik yapmaktan hoşlanan bu iyi insana Rabbim rahmet eylesin, mekânı cennet, makamı âli olsun.
Evvel giden ahbâba selâm olsun erenler!..