Yakın tarihimizde kendi derslerinin kitaplarını, yine kendileri yazan iki muallim vardır ki, bunlardan biri Ahmed Rasim Bey, diğeri de merhum Tahir Olgun’dur. Ben bu yazımda birincisinden muhtasaran (kısaca), ikincisinden ise mufassalan (uzunca) söz etmek istiyorum.
Ahmed Râsim’in en önemli eserlerinden biri de, “Resimli ve Haritalı Osmanlı Tarihi”dir. Sultan Reşad döneminde kaleme alınan bu kitabın orijinal yönü, siyasi tarihin yanı sıra kültür tarihine de yer vermiş olmasıdır. Üstad, Darüşşafaka Lisesi’nde talebe iken mevcut tarih kitaplarının yetersiz olduğunu, vak’anüvis tarihlerinin ise ders kitabı olarak okutulamayacağını görüyor ve işte bu eserini kaleme alıyor. Merhum, bahsini ettiğimiz bu kitabının takdim yazısında tarih derslerinde karşılaştığı sıkıntıları, yaşadığı bir takım olumsuzlukları uzun uzadıya anlatıyor. Osmanlı medeniyeti hakkında bilgi edinmek isteyenler bu tarih kitabına bigâne kalmamalıdırlar.
Şimdi de Tahir Olgun’un iki dolgun çalışmasından bahsedelim. Tanıyanların bildiklerine göre, bu zat çok yönlü ve son derece velûd bir kalem erbâbıdır. Hiç şüphe yok ki, en mühim eseri 14 ciltlik nâtamam Mesnevi Şerhi’dir. Ayrıca edebiyat tarihiyle ilgili eserler kaleme aldığı gibi, şiirle de iştigal etmiştir. Darüşşafaka Lisesi’nde olduğu gibi, Kuleli Askeri Lisesi’nde de yıllarca edebiyat hocalığı yaptı. Bu kadar görevinin yanında matbaacılık ve yayıncılıkla da meşgul oldu ve kültür tarihimizin zengin kaynaklarından birini teşkil eden “Mahfil” mecmuasını yayımladı. 1951 yılında Rahmet-i Rahman’a kavuşunca Yenikapı Mevlevîhânesi’nin haziresinde annesinin kabrine defnedildi.
Merhumun iki önemli eserine gelince, bunlardan biri “Müslümanlıkta İbadet Tarihi”, diğeri de “Müslümanlığın Medeniyete Hizmetleri”dir. Birincisi hakkında kaleme aldığım uzun bir değerlendirme yazısı kitaplarımdan birinde bulunmaktadır. Dolayısıyla burada eserin muhtevasından bahsetmeyeceğim, sadece eski Diyânet İşleri Başkanlarından büyük İslâm âlimi Ahmed Hamdi Akseki’nin bu esere çok önemli ve ayrıntılı bir takdim yazdığını hatırlatmakla yetineceğim. Nitekim Aksekili Hoca da, mukaddimesine bu önemi dile getiren şu cümlelerle başlıyor:
“Müslümanlıkta İbadet Tarihi” İslâm dinin bir kısmına ait tarih demektir. Gerek bu cihetten, gerek şimdiye kadar bu mevzuda toplu bir eser yazılmamış olması bakımından muhterem üstad Tahir Olgun’un bu eseri yüksek bir kıymeti haizdir. Ben, bu mukaddimede eseri tahlil etmeyerek, sadece eserde bahis mevzûu olan ibadetin ne demek olduğu ve bunun İslâm’da hâiz bulunduğu kıymet hakkında biraz izahat vereceğim.”
Hatırlatırım, bu kıymetli izahlar büyük bir vukûfiyetle ve ihlâsla kaleme alındığı için, ibadetlerin önemini ve âbidin ruh dünyasında oluşturduğu sevgi hâlelerini olanca güzelliğiyle canlandırıyor. Aksekili Hoca, bir kitapçık hacmindeki bu mukaddimesini şöyle bitiriyor:
“Gerek uzun zamandan beri devam eden hocalığı, gerekse tarih ve edebiyat alanındaki kıymetli yazılarıyla ve eserleriyle memleketimizin irfanına büyük hizmetlerde bulunmuş olan sayın üstada bu eserinden dolayı da teşekkürümü ve tebriklerimi sunarken Allah’tan âfiyet ve sağlık dilemeyi de vecibe sayarım.”
Tâhirü’l – Mevlevî’nin asıl üstünde duracağımız eserini ise yukarıda da işaret ettiğimiz üzere “Müslümanlığın Medeniyete Hizmetleri” adındaki çalışması teşkil ediyor. Ahmed Râsim gibi merhum Mesnevi şarihimiz de, bu hacimli eserini, bir ders kitabı olarak bizzat kendisi hazırlıyor ve mukaddimesinde nasıl hazırladığına dair ilgi çekici bilgiler veriyor. Kendi kaleminden ama üslûbumla anlatmaya, daha doğrusu nakletmeye çalışayım:
Şeyhülislâm Ürgüplü Hayri Bey, Dârülhilâfe Medreselerini kurduğu sırada Mehmet Âkif Bey de medreseler müfettişi olarak görev yapmaktadır. (Cehaletimi itiraf ediyorum. Âkif hakkında okumadığım kitap kalmadığı halde onun böyle bir vazifesinin de olduğunu bilmiyordum. Neyse…) Mehmet Âkif’in tavsiyesiyle Tâhirü’l Mevlevî, Üsküdar’daki Vâlide Medresesi’ne İslâm tarihi müderrisi olarak tayin ediliyor. İttihatçı olmayan bir adamı nasıl tayin ettiğini soranlara Şeyhülislâm Efendi, “Ben hoca arıyorum, İttihatçı aramıyorum” diye cevap veriyor.
Haftada iki saat olmak üzere bu derse giren Tâhir Hoca’ya o zamanlar 600 kuruş ücret verilmektedir. Birinci Dünya Savaşı sırasında maaşlar yarım verildiği için bu ücret 300 kuruşa indirilmiştir. Tâhir Hoca, ayda sekiz defa İstanbul’un Taşkasap semtindeki evinden kalkıp, Üsküdar Toptaşı’ndaki Atik Vâlide Medresesi’ne gidip, ders vermektedir.
Hoca ilk yıl elde ettiği başarıdan dolayı İstanbul’a naklediliyor, Ayasofya ve Sokollu Medreseleri’nde derse başlıyor. Bu iki medresede de muvaffak olduğu için üçüncü yıl, Ayasofya, Sultanahmet, Sokollu, Soğukkuyu dershanelerinin İslâm tarihi dersleri yine kendisine veriliyor. Hoca, dördüncü sene Fatih’teki “İbtidâ-i Dâhil” kısmının Karadeniz yönündeki “Tetimme Medresesi”ne İslâm Tarihi ve İslâm Medeniyeti Tarihi müderrisi olarak tayin ediliyor. O zamanlar bu ikinci dersin müfredatı yoktu. Okutulacak konular tamamen Hoca’nın kendisine bırakılmıştır. Ancak Corci Zeydan’ın “Medeniyeti İslâmiye Tarihi Tercümesi”nden başka kaynak mevcut değildi. İstitraden belirteyim, bu birkaç ciltlik kitabın müellifi de, mütercimi Zeki Megamiz de Hıristiyan Araplardandır. Eserde Asrı Saadet ile Hulefâ-i Râşidin (Dört Halife) devrine çok kısa yer verilmiş olup, Emeviler ve Abbasiler dönemi uzun uzun anlatılmaktadır. Ayrıca Emevilerin medeniyeti Bizans’tan, Abbasilerin ise İran’dan aldıkları belirtiliyordu.
Halbuki asıl medeniyeti bulmak için Cahiliye devriyle ilgili araştırmalar yapmak ve Fahr-i Kâinât Efendimiz’in Arapları ne halde bulup, ne hale getirdiğini anlatmak gerekiyordu. Buna binâen Tâhirü’l – Mevlevî büyük bir meşakkate katlanarak epeyce kitap karıştırıyor. Bütün bu kaynaklardan elde ettikleri bilgileri talebelerine hem yazdırıyor, hem okutuyor. Daha sonra bütün bu bilgileri “Müslümanlığın Medeniyete Hizmetleri” adıyla kitaplaştırıyor.
Bitmedi. Hoca iyi olduğu için talebeler de iyi çalışıyorlar, tabii ki imtihanlar da parlak geçiyor. Mümeyyiz olarak gönderilen “Şer’i Tetkikat Meclisi Reisi” ile “Şeyhülislam Mektupçusu”, gerek yazdırılan metinleri, gerekse talebelerin o konuları kavrayışlarını beğeniyorlar. Verdikleri rapor üzerine Tâhir Olgun Hoca, Şeyhülislâmlıktan bir takdirnâme alıyor.
O sırada bir kabine değişikliği oluyor. Şeyhülislamlığa da meşhur Musa Kâzım Efendi getiriliyor. Onun tayin edilmesiyle Tâhirü’l – Mevlevî de görevden alınıyor. Sebep ise, Tâhir Hoca’nın İttihatçı olmayışı idi. Bunu işiten yeni şeyhülislâm, “Yâa! O da mı çıkarılmış? Vah vah! Onun çalıştığını ve kendisine takdirnâme gönderildiğini işitmiştim diye esef (!) etmekle yetiniyor.
20 Haziran 1943 tarihli mukaddimesini Tâhir Hoca, şu bir iki cümleyle bitiriyor:
“Şimdiye kadar sakladığım o yazıların bulunduğu defter tek nüsha, oldukça karışık bulunduğundan üslûbunu mümkün mertebe sadeleştirmek üzere yeniden yazmayı düşündüm ve şu satırları kaleme almaya başladım. Cenâb-ı Hakk, güzelce son bulmasını nasip etsin! Âmin…”
“Müslümanlığın Medeniyete Hizmetleri”ni en ayrıntılı bir şekilde öğrenmek isteyen okuyucularımızın, “Müslümanlığın Medeniyete Hizmetleri”ni okumaları gerekiyor.
Not: Birkaç gün önce âhiret âlemine uğurladığımız aziz dostum Mehmet Doğan’a Allah rahmet eylesin. Mekânı cennet, makâmı âli olsun. Âilesine de sabr-ı cemîl dilerim.
https://www.yenisafak.com/yazarlar/dursun-gurlek/muslumanligin-medeniyete-hizmetleri-ve-tahir-olgun-hoca-4639460