Kütüphanemde Ayasofya hakkında dosyalar dolusu yazı bulunuyor. Birbirinden değerli bu makâleler tanzim ve tasnif edilmek sûretiyle kitap haline getirilse hacimli bir eser ortaya çıkar, hatta belki de birkaç cildi bulur. Uzun yılların mahsulü olan “Ayasofya yazıları”nı bir tarafa bırakınız, sırf tekrar camiye çevrilmesi dolayısıyla yapılan yayınlar bile bu ciltlerden birini teşkil eder.
Bugün bile bu minval üzere kaleme alınan makaleleri toplamaya devam ediyorum. Geçenlerde Belma Aksun Hanım’ın, “Bir Millet Mistiği Ziya Nur Aksun” adıyla ağabeyini konu alan kitabını ikinci bir defa gözden geçirirken merhum bilge tarihçimizin enfes bir Ayasofya yazısıyla karşılaştım. O kadar hoşuma gitti ki, bu tarihi mabede hizmet eden devlet adamlarını anlatmaya, kendisini defalarca ziyaret etme şerefine nail olduğum Ziya Nur’un bahsi geçen makalesiyle başlayacağım. “Fâtih Ahfâdının Fikir ve İmân Timsâli, Türk’ün Hükümranlık Sembolü Ayasofya” başlığını taşıyan bu makalede şunlar dile getiriliyor:
“18 Temmuz 1958.
Biliyorsunuz ki, Ayasofya Büyük Roma İmparatoru Jüstinyen zamanında insanüstü gayretler sarfıyla 6 senede tamamlanmış ve 537 Milâdi senesinde Mukaddes Peygamber’imizin velâdetlerinden 33 sene önce masallarda işitilebilen bir âyin-i rûhânî ile açılmıştı. Sadece mabedin ön tarafındaki sekiz sütunluk mahfel için Mısır’ın üç senelik vâridâtının (gelirlerinin) sarfedildiği söylenir.
Jüstinyen o zamanki Patrik Menas tarafından mabedin kapısında karşılanmış, imparator mahfeline çıkıp mabedin güzelliğini görünce hayâllerinin ve cihanşümul arzularının yerine geldiğini görerek heyecanla bağırmıştı: ‘Ey Süleyman! Seni de geçtim…’ O zamana kadar tarihler en büyük mabedin Süleyman Aleyhisselâm tarafından yaptırıldığını haber veriyorlardı. Hâlbuki Ayasofya bu mabedden çok daha şaşaalı idi.
Mabed, Hıristiyan teolojisinde müşahhas bir mahiyeti olan ilâhi hikmete, Sofya’ya izafe edildi.
Zelzeleler geçirdi. Tahripler ve tamirler gördü. Lâtin istilâsı, Ayasofya’daki meşhur gümüş parmaklıklara, altın haça, iki çeki ağırlığındaki altın yapraklı İncil’e ve diğer eşyalara mal oldu. Halen Lâtin haraçgüzârlarının (haraç verenlerinin) şefi Enrico Dandolo’nun mezarı oradadır. Lahdinin içindeki zırhları ve silahları, Fatih tarafından resmini yapan Bellini’ye verilmiştir.
1 Haziran 1453’te i’lây-ı kelimetullah için 53 gün bilâ fasıla (ara vermeden) muharebe eden Ekmelü’r-Resûl ve Efdalü’n-Nebî’nin müjdesine nail olan kavuklu Türk ordusu şehr-i şehire (meşhur şehir Kostantıniyye’ye) girmişti.
Rum ikliminin sultanı, karaların ve denizlerin kahramanı ve hâkimi, İslâm’ın hizmetkârı Gâzi Ebü’l-Feth Mehemmed Han, İlâhi Hikmet’in (Sofia’nın) mâbedinde ilk namazı kendisi kıldırarak Bizans İmparatorluğu’na maddeten ve manen malik ve hâkim olduğunu gösterdi. Artık İstinpolis’in ‘Megalas Ekklesias’ı, Bizans’ın büyük, İslâmbol’un Ayasofya Camisi olmuştu.
Fatih cenubi şarkideki (güney doğudaki) tuğla minareyi inşa ettirdi ve Roma İmparatorluğu’nun manevi sembolünü Tevhidin alemiyle ihtida ettirdi.
Ayasofya 1453’ten 1934’e kadar tam 479 sene Müslümanların derdiyle ağladı. Sevarlarındaki Mısır’ın, Numibya’nın, Yunanistan ve Anadolu’nun en güzel ve renkli mermerleri İslâm imânının salâh ve kurtuluşa çağıran mukaddes sedasını aksettirdiler. Diana mabedinin kırmızı porfir direkleri; Roma, Delf, Baalbek mabedlerinin altın değerindeki taşları ve sütunları Müslümanların tehlil ve tekbir seslerinin, ilâhi ve sermedî heyecanlarının mâkesi (yansıma yerleri) oldular. Ayasofya tam 479 sene Allahüekber sedâlarıyla doldu. Asil heyecanların, rûhanî titreyişlerin, dini hislerin penahı (sığınağı) ve makarrı (meskeni) oldu. Jüstinyen’in mabedi artık maddeten ve taşlarındaki zerreleriyle de kelime-i tevhidi haykırıyordu.
Ayasofya Türk’ün mânâsı ve Anadolu’nun ruh muhtevasının remzi idi. Rumeli Hisarı restore edildi. Ayasofya mânevi bir restore beklemektedir. (Elhamdülillah, bu mânevi restore artık gerçekleşti.) Ayasofya’da tarihi incelemeler artık bitmiştir. Onun cami olarak açılması Türk’ün hâkimiyet ve hükümranlık alâmetidir. (Şükürler olsun ki, Ayasofya bugün Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın himmetiyle yeniden cami olarak açıldı. Artık Türk’ün bahtı da açılıyor.)
Ayasofya zelzelelere dayandı. Ayasofya tahriplere dayandı. Ayasofya zamanın ve tarihin tozlarına ve ağırlığına da dayandı. Hâlen mânevi ihmalimize de dayanıyor. (Ne mutlu ki, bu ihmal bir imhaldi. Bir müddet sonraya bırakmaktı. 86 yıl sonra o da miadını doldurdu ve Ayasofya aslî kimliğine kavuştu.)
Ey mukaddes mabedlerin etrafındaki kara ve kesif binaları yerle bir edip camilerimizi bütün asâlet ve necabetiyle nazarlarıma açan eller! Ayasofya Camii’ni de cemaatine açacaksın. Bunu bekliyoruz ve ümit ediyoruz. (Müjdeler olsun ki, bu bekleme süresi artık sona erdi ve Ayasofya Camii cemaatine kavuştu. Vuslâtımız mübarek olsun.)
Ey bilge tarihçimiz Ziya Nur, yıllar önce Ayasofya hasretini dile getiren böyle enfes bir yazı kaleme aldığın için senin de kabrin ziya ve nur ile dolsun!
Büyük Kostantin ve II. Teodosios tarafından ahşap olarak yapılan ve korkunç yangınlar geçiren ilk Ayasofyaları bir yana bırakacak olursak, bugünkü Ayasofya’nın bânisi, Bizans tarihinde kendisinden sitayişle söz edilen işte bu Jüstinyen’dir. Ayasofya ile ilgili kaynaklarda gerek bu tarihi mabed, gerekse Jüstinyen hakkında ayrıntılı bilgilere rastlıyoruz. Hepsini anlatmaya sütunum müsait değil ama ilgimi çektiği için şu rakamları nakletmek istiyorum.
Ayasofya’nın açılışı için yapılan merasim dolayısıyla 1.000 öküz, 6.000 koyun, 6.00 geyik, 10.000 tavuk ve 10.000 bin horoz kurban edildi. Bundan başka fakirlere ve kimsesizlere üç saat içinde 30.000 kile buğday dağıtıldı.
Bu yazının asıl konusu Ayasofya’ya hizmet eden devlet başkanları olduğu için -tabii ki- önce Jüstinyen’le başlamamız gerekiyordu. Gelecek yazımda da -inşallah- bu tarihi mabede, başta Fatih Sultan Mehmed olmak üzere diğer bütün Osmanlı padişahlarının nasıl ilgi gösterdiklerini anlatmaya çalışacağım. Son olarak şu bilgiyi de vermek istiyorum.
Fatih Sultan Mehmed, henüz Edirne valisi iken İstanbul’da meydana gelen depremde Ayasofya’nın kuzey bölümü bir tarafa meyletmiş ve yıkılma tehlikesi baş göstermişti. Bu durum Hıristiyan halkı korkuttu. Şehzade Mehmed, o sırada hayatta olan Mimar Ali Neccar’ı büyük bir dostluk eseri olarak, Ayasofya’yı tamir ettirmesi için Bizans hükümdarına gönderdi. Bursa’daki ve Edirne’deki büyük camilerin mimarı olan bu usta, dört büyük payanda ile mabedi yıkılmaktan kurtardı. Mimar, Ayasofya’nın özellikle, Sarıkçı dükkânları olan bölümdeki dayanak duvarlarının içine iki yüz basamaklı bir merdiven yapmıştı. İşin sonunda imparator ona bu merdivenleri ne amaçla yaptığını sorduğu zaman, gerektiğinde kurşunluğa çıkmak için, karşılığını verdi. Bunun üzerine İmparator Ali Neccar’ı hediyelere boğdu. Edirne’ye dönüşünde Sultan Mehmed’e:
-Ey sultanım! Dört büyük payanda ile Ayasofya’nın kubbesini kurtardım. Tamir görevi bana kısmet oldu, onu fethetmek görevi de size düşüyor. Hatta yapacağım minarenin temelini de hazırladım ve üzerinde ilk namazı da ben kıldım, dedi.
https://www.yenisafak.com/yazarlar/dursun-gurlek/merhum-tarihcimiz-ziya-nur-ve-ayasofya-hasreti-4535793