Üsküdar’da, Sahaf Bahtiyar İstekli’nin dükkânında eski kitapları, eski mecmuaları ve bir takım evrakı fersudeyi gözden geçirirken yıllar önce yayınlanmış “Yelken” isimli bir dergiyle karşılaştım. Bu, “Aylık Sanat ve Edebiyat Dergisi”nin sayfalarını şöyle bir çevirip de Fatih Sultan Mehmed’le, Sultan Abdülhamid Han’ın sanat sevgisiyle ve Ayşe Osmanoğlu’nun babasını anlatan yazısıyla karşılaşınca hemen aldım. Bir göz hatırı için birçok göz sevilirmiş. Üç beş yazının hatırı için koca bir dergiye -hem de yüksek bir para ödemenin- makul bir hareket olduğunu ancak erbabı takdir edebilir. Oysa, bigâneler için bu delilikten başka bir şey değildir. Delilerin de makbulleri vardır, onlara da bilindiği üzere, “mecanin-i kütüp” yani kitap delileri deniliyor.
Yelken’de Ziya Erkins imzasıyla yer alan ve Fatih Sultan Mehmed’le ilgili olan yazıyı okurken, özellikle oğlu Sultan İkinci Bayezid’den bahseden bölüm dikkatimi çekti. Belki sizin de dikkatinizi celbeder düşüncesiyle bu kısmı ufak tefek tasarruflarla nakletmek istiyorum.
Ziya Erkins, Sultan İkinci Bayezid Han’ı bize şöyle anlatıyor:
Şehzade Bayezid hakkında Avrupalılar, Fatih Sultan Mehmed ile Yavuz Sultan Selim arasında olduğu için, iki büyük arasında bir küçük diyorlar. Fakat bu hükümdarın devrine ait belgelerin incelenmesinden sonra anlaşılmıştır ki, Batılıların ve bunlara dayanmış olan bizim bazı tarihçilerimizin tahmin ettikleri gibi o böyle bir padişah değildir. Takip ettiği siyasette bir istikrar, medeni düşüncesinde bir istikamet vardır. Biraderi Şehzade Cem’in Rumeli senin, Anadolu benim olsun teklifini devleti ikiye bölemeyiz diye kesin bir dille reddetmiştir.
Sultan İkinci Bayezid Han, meşhur Mikelancello’yu Haliç’in üzerine bir köprü kurması için İstanbul’a davet etmişti. Babası Fatih’in sarayındaki gayr-i İslâmî kitapları ve resim tablolarını Saray’dan ihraç ettirdiği de sonraki tarihçilerin uydurmasıdır. Çünkü Hicri 910 tarihli devrine ait bir hazine defterinde kebir (büyük) resim levhalarının mevcudiyetleri belirtilmektedir. Ayrıca önemli kroniklerden biri olan Tacü’t-Tevarih’te de Yavuz Sultan Selim’in bu padişah portrelerini temâşâ eylediği bildirilmektedir. Kezâ Kanuni Sultan Süleyman’ın Fransa Kralı Fransuva’ya gönderdiği değerli hazine eşyaları arasında bir seri halinde hükümdar portreleri de yer alıyordu.
On altıncı yüz yılın ikinci yarısında Üçüncü Sultan Murad Han’ın hekimbaşısı bulunan Musevi Durunika, bıraktığı hatıratında Saray kütüphanelerindeki Hıristiyan eserlerinin, kitapların zamanına kadar mahfuz kalmış bulunduğunu ve pek zengin olduğunu selahiyetle bildirir. İşte bütün bu zamanına ait birinci derecedeki belgeler bize Fatih’in oğlunun seciyesini ve tahsilini bildirir ki, öyle yazıldığı gibi hiç de iki büyük arasında bir küçük değildir.
Esefle belirtelim ki, bizim yerli tarihçilerden bazıları da Bayezid-i Veli’yi küçük düşürücü cümleler kullanmaktan, hafife alıcı ifadeleri kitaplarına kaydetmekten çekinmediler. Halbuki tarih ciddi bir iştir, tarihçi de gerçekleri olduğu gibi kaydetmekle yükümlüdür.
Benim de hakkında bir kitap hazırladığım Ahmet Ersin Yücel, nâm-ı diğer Zaptiye Ahmet, hem bir Osmanlı hayranı, hem de tarihi hadiseleri büyük bir vukufiyetle tahlil eden önemli bir müdekkik idi. Temmuz 1969 yılında, 27 yaşındayken vefat eden merhum, Namık Kemal’in Yavuz Sultan Selim’le ilgili kitabını yayına hazırladı ve bu eser 1968’de Ötüken Yayınevi tarafından neşredildi. Ahmet Ersin Yücel, bu küçük hacimli kitaba bir hayli dipnot ilave etti. Eserin orijinali kadar değerli olan bu dip notların en önemlilerinden biri de Sultan İkinci Bayezid Han’la ilgilidir. Hayli uzun olan bu dipnottan bazı tespitleri, üzerinde durduğumuz konunun ikinci Bayezid’in gerçek kimliğinin vuzuha kavuşması için -merhuma rahmet niyazında bulunarak- aşağıya alıyorum:
İkinci Bayezid için Namık Kemal’in yukarından beri anlattığı kanaati Selim’i büyültmek için babasını küçültmek yolunu ihtiyar (seçmek) diye tavsif edebilirsek de, Osmanlı menbalarının birkaç istisna ile hepsinde bu kanaatin galip olduğu söylenebilir. Fakat bugün tarihçiler bu telakkiyi kabul etmemektedirler. Sultan Bayezid, Osmanoğullarının en âlimlerinden biridir. Dini ilimlere, hesaba, hendeseye ve astronomiye son derece meraklıydı. Arapçayı, Farsçayı çok iyi biliyordu. Türkçenin Çağatay lehçesine hakkıyla vakıftı. Şairdi ve bir divanı vardı. Musıkişinastı, besteleri mevcuttu. Hattattı, hattatları himaye ediyordu. Meşhur Şeyh Hamdullah onun devrinde yetişmişti. Âlimler için özel bir bütçesi olup, onları eser vermeye teşvik ediyordu. Sonradan Venedik Doçu (cumhurreisi) olan Andre Agriti, hükümetine yazdığı raporlardan birinde “Makine sanayiini sever, astronomi ve ilahiyatta çok derin mâlumat sahibi olup, daima bu ilimlere ait eserleri mütalaa ile meşguldür” demektedir.
Devrinde Türk denizciliği çok ilerledi. Kemal ve Burak reislerin önderliğinde Akdeniz tamamen hakimiyetimiz altına girdiği gibi Karadeniz de bir Türk gölü haline geldi. Yalnız Mekke fukarası için yılda 40 bin düka hediye ediyordu. Bayezid zamanında devletin gelirleri 5 milyon dükayı bulmuştu ki, bu o devre göre çok büyük bir rakamdır. Anadolu’da 24, Rumeli’de 34 sancak vardı. Bugünkü Türkiye’nin üç mislinden büyük toprakları idare ediyordu.
Padişah, yaratılış itibarıyla barışa meyyaldi. Ancak dini fikirleri dolayısıyla cihad sevabını da çok aziz biliyordu. Dolayısıyla savaşlarda elbisesine ve ayakkabısına isabet eden tozları ve çamur parçalarını büyük bir dikkatle toplattırıyor, vefatında yanaklarının altına konmasını vasiyet ediyordu. İstanbul’un ortasına 3 yılda tamamlanan koca bir cami yaptırdı. Yakınında fakirler için bir imaret, bir de medrese inşa ettirdi. (Bu imaret binası bugünkü Bayezid Kütüphanesi olup içindeki fırınlar hâlâ durmaktadır.) Edirne’de de yine cami, hamam, imaret, hastahane yaptırdı. Bu camiye Tunca üzerindeki altı kemerli köprünün yakınında bulunan değirmenlerin gelirlerini tahsis etti. Aynı imar ve inşa hareketi Amasya için de söz konusudur.
Padişahın birçok veziri de kendisine uyarak bu türlü hayır eserleri inşa ettirdiler. Ergene Nehri’nin üzerine bir köprü yaptıran büyük babasının yolundan giderek İkinci Bayezid de Osmancık’ta, Kızılırmak üzerinde dokuz ve Sakarya üzerinde on dört, Saruhan Sancağı’nda on dokuz kemerli birer köprü kurdurdu. İnşaat ve sadaka için ayırdığı çok fazla paradan başka her yıl fakirlere, müftülere, kazaskerlere, müderrislere şeyhlere birçok hediyeler dağıtıyordu. Onun muhtelif ilimler hakkındaki himayesinden devrinde büyük bir ilmi terakki meydana gelmişti. Ülkesinde, sadaka verecek insan bulma güçlüğü çekiliyordu.
Zaptiye Ahmet, benim ancak az bir kısmını nakledebildiğim haşiyesini şu cümlelerle bitiriyor:
“Bu izahattan anlaşılır ki, Bayezid devri Türkiye’de büyük hayır ve kültür eserlerinin inşa edildiği, ilmi inkişafın yüksek bir terakki kaydettiği, ileriki elli senede bütün cihanı titretecek olan Türk kara ve deniz silahlı kuvvetlerinin teknik yeniliklerle teçhiz edildiği bir toplanma ve hazırlanma devridir. Bu devre riyaset eden Devlet Başkanı da dindar, şair, musıkişinas, hattat, fakih, âlim ve veli haslet bir padişah olan Bayezid-i Sâni’dir. Ne gariptir ki, Bayezid-i Veli, tarihen mağdur bir padişahtır. Biz onun ebedi mağdurlardan biri olmaması için bu uzun haşiyeyi yazmak mecburiyetinde kaldık. Kendimizi, Sultan Selim gibi bir cihangir evlat; Kanuni gibi bir muhteşem torun yetiştirmiş Fatih gibi cihan tarihinin en büyük şahsiyetinin oğlu olan bir zata karşı, vazifemizi ifa zaruretinde hissettik. Cenab-ı Hak, kabri şeriflerini nûr eyleye!”
Âmin, âmin, âmin!..
https://www.yenisafak.com/yazarlar/dursun-gurlek/magdur-padisah-sultan-ikinci-bayezid-4640773