Mübarek Ramazan ayını, başta mukaddes kitabımız Kur’ân-ı Kerîm olmak üzere, birkaç kitap okuyarak değerlendirmeye çalıştım. Bu arada iki eseri de ikinci defa gözden geçirme fırsatını buldum. İsimlerini de vereyim: Birincisi merhûm Ergun Göze ağabeyimizin kaleminden çıkan “Gözümle ve Gönlümle Tanıdıklarım”, ikincisi de ünlü mimarlarımızdan Sedat Çetintaş’ın makalelerinden oluşan ve “Türk Tarih Kurumu” tarafından yayımlanan “İstanbul ve Mimari Yazıları”
Önce birincisinden başlayayım. Ergun Göze, bana da imzaladığı adı geçen kitabında merhûme Sâmiha Ayverdi Hanım’la nasıl tanıştığını anlatırken merhum babasının kalem ve kelâm ehli bu hanıma, “derviş kadın” dediğini naklediyor. Daha sonraki paragrafta ise şunları söylüyor:
“1953 senesi ise, fethin beş yüzüncü yıl dönümü idi. Bütün memleketi bir heyecan sarmıştı. Amma devlet bu heyecana iştirak etmiyordu. Biz milliyetçi gençler devletin Yunan dostluğu masalına, fetih hadisesini kurban edişine içerliyorduk. O zamanki ilericilere göre de fetih hadisesi o kadar büyütülmemeli idi.
Yalnız İstanbul’da bir grup fethi kutlamak için gerçekten akademik bir çalışma ve büyük gayret gösteriyorlardı. Bu grubun başında Sâmiha Ayverdi bulunuyordu. Sâmiha Ayverdi, o şiir dolu İstanbul Geceleri’ni o günlerde yazmıştı. Rahmetli Ekrem Hakkı Ayverdi de ‘Fatih Devri Mimarisi’ni kaleme almıştı.”
İkinci kitaba gelince, Yüksek Mimar Sedat Çetintaş’ın ilgiyle okunan makalelerini ihtiva eden bu eserde Fatih’e de, İstanbul’un fethine de hayli geniş yer veriliyor. En az on beş makale ile bu konu bütün ayrıntılarıyla işleniyor. Neticede fethin beş yüzüncü yılı kutlamalarının bir fiyasko olduğu anlaşılıyor. Nitekim Bugün gazetesinin okuyucularına hediye ettiği 29 Mayıs 1970 tarihli
“Fetih ve Ayasofya” ilâvesinde yer alan bir yazıda da bu konu şöyle dile getiriliyor:
“1953 yılının 29 Mayıs’ı Müslüman Türk milleti için beş yüz senede bir gelecek müstesna bir yıl dönümü idi. Büyük ceddimiz Cennetmekân ve Firdevs-i Âşiyan Fatih Sultan Mehmed Han hazretleri o tarihten beş yüz sene önce Bizans’ı almış ve ‘İslâmbol’ yapmıştı.
Düşününüz, aradan tam beş yüz sene geçmişti. Milletlerin tarihinde böyle beş yüz senelik yıl dönümleri ne kadar azdır. İşte o günlerde bütün Müslüman Türk milleti bu şanlı ve şerefli yıl dönümünü kutlamaya hazırlanıyor ve devletin buna gereken ehemmiyeti göstermesini bekliyordu. Heyhat ki, ümitler boşa çıkmıştı. Zamanın Reisicumhuru Celâl Bayar, kraldan daha kralcı bir devrim hastasıydı. Başvekil Adnan Menderes ise, inkılâplarla din hürriyeti karşısında, iki cami arasında kalan bir beynamaz gibi, ne yapacağını bilmez bir vaziyetteydi.
İşte 29 Mayıs 1953 günü. Fethin beş yüzüncü yıl dönümünde Türk tarihini utanca boğan ve milletin içini kan ağlatan garip bir hâl oldu. Tarihimizin bu en müstesna yıl dönümünü devrin Reisicumhuru ve Başvekili sabote ve boykot ettiler. Birer bahane uydurup, birer tarafa savuştular.
İstanbul’daki farmason valiye de emir verilmişti. ‘Törenleri geçiştiriver.’ Vali bu direktifi büyük bir sadakatle yerine getirdi. Tören, devlet tarafından suikasta uğradı. Birkaç mektepli çocuk, bir bando, sıradan bir iki nutuk ve sonra dağılındı.
Beş yüz yıllık bir zafer yıl dönümünü ihanetlerine kurban edenler, milletin iradesine ve hukuka aykırı olarak müze hâlinde tuttukları Ayasofya’nın etrafını görülmemiş ordu ve polis kuvvetleriyle sardırmışlardı.
Türk halkından korkuyorlardı. İçlerinde daima şu endişe vardı:
‘-Aman dikkatli olalım. Ayasofya’ya hücum eder, içeriye girer, minarelerde ezan okunur, içeride namaz kılınır…’ Evet, korkuyorlardı. Ayasofya’da okunacak ezandan, kılınacak namazdan korkuyorlardı.”
Görüldüğü üzere, Demokrat Parti’nin günahlarından biri, bu satırlarla işte böyle dile getiriliyor ve fetih kutlamalarının bir fiyaskodan ibaret olduğu basın yoluyla da teyit edilmiş oluyor. Bu arada şahsi kanaatimi de şöyle belirteyim. İktidara gelir gelmez ezanı Arapça’ya, yani aslına çeviren, “İmam-Hatip Okullarını açan, bu millet Müslümandır, Müslüman kalacaktır” diye nutuk atan Menderes, 1953’te, İstanbul’un fethinin beş yüzüncü yılı kutlamalarının şanına yakışır bir ihtişamla gerçekleşmesini de büyük ihtimalle arzu ederdi. Fakat karşısında iki engel vardı. Biri Celâl Bayar’dı, diğeri de Cumhuriyet Halk Partisi’nin korkunç ve çirkin muhalefeti… Menderes de insandı, o da tesir altında kalıyordu ve maalesef yanlış icraatlara da imza atıyordu. Bunlardan biri de Milliyetçiler Derneği’nin kapatılmasıydı. Allah taksiratını affetsin, mekânı cennet olsun.
Sadede gelecek olursak, İstanbul’un fethi, Osmanlı tarihinde vukû bulan muhteşem icraatların en büyüklerinden en önemlilerinden biridir. Hatta İslâm tarihinin de parlak ve göz kamaştırıcı tablolarından birini teşkil etmektedir. Konstantıniyye’nin Müslümanlar tarafından fethedileceğini Peygamber Efendimiz tebşir ettiğine ve bu müjde Fatih’in şahsında gerçekleştiğine göre, İstanbul mübeşşer, yani müjdelenmiş bir şehirdir. Mübeşşiri de Fahr-i Kâinat olması hasebiyle kutlu ve mutlu fetih -yukarıda da belirtildiği üzere- İslâm tarihinin de sayfalarını süslemektedir.
İstanbul’un fethinin beş yüzüncü yılı kutlamalarının nasıl olacağına dair -tâ kırklı yıllardan itibaren- gazetelerde birçok yazı neşredildi. Bunların bazıları daha sonra kitaplaştırıldı. Yüksek Mimar Sedat Çetintaş’ın İstanbul yazılarından oluşan kitap da bu konuda sağlam bir kaynak olarak karşımıza çıkıyor. Mesela bu eserin bir yerinde, Fatih’e heykel yapılması gündeme gelince, buna hiç gerek yok. İstanbul fatihinin heykelleri onun bu şehre kazandırdığı tarihi eserlerdir. Bu heykellerin en muhteşemlerinden biri de Rumeli Hisarı’dır, deniliyor.
Ayrıca, arkadaşımız Beşir Ayvazoğlu’nun, “Üsküdar” dergisinin 15. sayısında “Beş Yüzüncü Yıl Masalı” başlığıyla yayımladığı uzun makalede de fetih hazırlıkları, karşılaşılan zorluklar, hayâl kırıklıkları ve üzücü gelişmeler bütün ayrıntılarıyla dile getiriliyor. Tarihten ibret almak isteyen değerli okuyucularımıza bu makaleyi de okumalarını tavsiye ederiz.
Evet, fetih yıl dönümü sönük geçti ama o zamanki gazeteler ve dergiler -memnûniyetle belirtelim ki- görevlerini tam yaptılar. Başta Cumhuriyet olmak üzere bütün günlük gazeteler o gün fetih özel sayısı olarak yayımlandılar. Ahmed Emin Yalman’ın Vatan’ı bile bu kervana katıldı. Hürriyet gazetesi dahi aynı şekilde hareket edip hem fetih hadisini, hem de Nihat Sami Banarlı’nın şiirini birinci sayfasına, Fatih’in resminin hemen altına yerleştirdi. Kütüphanemde böyle birçok fetih sayısı bulunuyor, iyi ki sahaflarda her gördükçe almışım. Sadece gazeteler mi, birçok dergi de o tarihte fetih özel sayısı olarak yayımlandı. Onlarla da Hazreti Fatih’le ve İstanbul’un fethiyle ilgili birçok önemli yazı yayımlandı.
İşte, İstanbul’un fethinin 570. yıl dönümüne geldik. Önümüzdeki Mayıs’ın yirmi dokuzunda bütün günlük gazetelerimiz -29 Mayıs 1953’de olduğu gibi- keşke böyle fetih sayısı olarak yayımlansalar. Meselâ gazetemiz, Yeni Şafak buna öncülük etse, ne iyi olur. Hatta çok sayfalı, bol yazılı ve resimli bir özel sayı hazırlasa, okuyucuları ne kadar memnun eder.
Hem 14 Mayıs’ta, hem de 29 Mayıs’ta, fethin 570. yılında -inşallah- iki bayramı birden kutlama bahtiyarlığına ereriz.