Bu günlerde gözü kararmış İsrail ordusunun çocuk, kadın, sivil halk demeden büyük bir katliam yaptığı, her tarafı harabeye çevirdiği Gazze, dünyanın gözü önünde kan gölü haline getiriliyor. Masum halkın feryatları göklere yükseliyor. Bu feci manzara karşısında -ne yazık ki- dua etmekten başka elimizden bir şey gelmiyor. Ama unutmayalım ki, zalimin zulmü yanına kalmayacak, er geç zafer Müslümanların yüzüne gülecektir. Yani istikbal İslâm’ındır.
Gazze’nin kuruluşunu, coğrafi özelliklerini ve İslâm tarihinde oynadığı rolü yakından öğrenmek için elimizde birçok kaynak ve arşiv belgesi bulunuyor. Bu konuda biraz daha bilgi tazelemek için geçen gün Diyanet’in İslâm Ansiklopedisi’ne müracaat ettim. Verilen bilgilerin hepsi bu sütuna sığmayacağından sadece ilgi çekici birkaç hatırlatmayla yetineceğim.
Gazze, Süveyş Kanalı’nın açılmasından önce Mısır, Suriye ve Anadolu’dan gelen ticaret ve hac yollarının birleştiği bir noktadır. Şehir, bu özelliğinden dolayı tarih boyunca çok hareketli günler yaşamıştır. Sık sık el değiştiren Gazze, Bizanslılar zamanında önemli bir ticaret merkezi ve bu arada Mekke’den gelen tüccarların da uğrak yeriydi. Müfessirler, Kureyş Suresi’nde bahsedilen yaz ve kış seferlerinde kışın gidilen yerin Gazze olduğunu söylüyorlar. Mekkeli tüccar kafilelerinin birinde Peygamber Efendimiz’in büyük dedesi Haşim bin Abdümenaf da bulunmuş ve bu şehirde vefat etmiştir.
Kabrinin burada yer almış olmasından dolayı şehre bazı kaynaklarda “Gazzatü Haşim” denildiği görülür. Resul-ü Ekrem’in babası Abdullah Hazretleri de Gazze’ye gelen tüccarlar arasındadır. Hz. Ömer’in esas servetini İslâm’a girmeden önce Gazze’ye yaptığı ticari yolculuklardan kazandığı rivayet edilmektedir. Hicretin ikinci yılında (624) Bedir Savaşı’na yol açan zengin ticaret kervanı da Ebu Süfyan idaresinde Gazze’den dönmekteydi.
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nin 13. cildi bu bilgileri verdikten sonra İmam-ı Şafii hazretlerinin de Gazze’de dünyaya geldiğini kaydetmektedir.
Asıl ilgi alanım kültür tarihi olduğu için -bu vesileyle- Gazzeli bir İslâm bilgininden ve mutasavvıfından biraz bahsetmek istiyorum.
Bu büyük zat, meşhur mutasavvıf Niyazi Mısri Hazretleri’nin halifesi ve Bursa’daki Gazzi Dergâhı’nın postnişini Ahmed Gazzi Efendi’dir. Kudüs civarındaki Gazze’de 1643 yılında dünyaya geldi. Kendisi bu beldede vezirlik görevinde bulunan bir ailenin çocuğudur. Ahmed Gazzi, ilk tahsilini, memleketinde yaptıktan sonra, babasından izin aldı ve Kahire’ye doğru yola çıktı. 1655’te Ezher’de ilim tahsil etmeye başladı. Yedi yıl süreyle tefsir, hadis ve diğer ilim dallarında devrin tanınmış âlimlerinden olan Ahmed Beşişi’den yararlandı. Daha sonra Ezher’e hadis hocası olarak tayin edildi. Talebelik yıllarında, babası Gazze’ye dönmesi için defalarca teklifte bulundu. Gerek yazılan mektuplarda, gerekse gönderilen elçilere verdiği cevaplarda annesinden ve babasından özür dilemekle beraber bu konuda ısrar edilmemesini, tahsil hususunda kararının kesin olduğunu bildirdi.
Dört defa hacca giden Ahmed Gazzi veda tavafını yaptığı sırada daha önceleri birçok vesileyle adını duyduğu Anadolu’ya gelmeye karar verdi. Ezher’deki talebelerini, mesai arkadaşlarını ve dostlarını orada bırakarak yola çıktı. İstanbul’a giden bir gemiye bindi. Ancak hava şartları elverişsizdi. Kamarada bütün kalbiyle Cenab-ı Hakk’a dua ettiği sırada ilgi çekici bir gelişme oldu. Başında Halveti tacı bulunan bir zat yanına gelerek “Korkma ey Ahmed! Kehf Suresi’ne devam et ve bizi Bursa’da bul!” emrini verdi.
Ahmed Gazzi Efendi, 1675’te İstanbul’a gelerek bir süre burada ikamet ettiği gibi, Ayasofya Camii’nde de hadis dersleri verdi. 1676’da Bursa’ya gitti. Ulu Cami civarında bir hoca efendiye misafir oldu. İlerleyen zamanla birlikte dervişlerle ve meslektaşlarıyla tanıştı. Üçkozlar Tekkesi’nde Muhyiddin-i Bursevi ile sohbet ettiği sırada Bursevi, kendisine “Ahmed Efendi, sen iyi bir sütsün, eğer sana güzel bir maya çalınsa güzel yoğurt olursun” deyince Gazzi, “Güzel buyurdunuz. Benim de maksudumdur. Ama her mayayı sütüme katamam, zira mâyi fasit (bozuk) olursa süt de elden gider” cevabını verdi. Bursevi, “Maksudum farazidir” demekle yetindi.
Ahmed Gazzi Efendi Bursa’da kendisine mürşit ararken şehrin çeşitli medreselerinde hocalık yaptı. Niyazi Mısri’nin Bursa’yı teşrif ettiği 1691 yılına kadar Ulu Cami, Molla Fenari ve Orhan medreselerinde ders okuttu. Bursa’da sıkıntılı günler geçirmesine rağmen aldığı ders ücretlerinin bir miktarını kendine ayırıp kalanını talebelere verdi. Yine o günlerde sufilerle arası iyi değildi. Bazı sufilerin tavırlarına ve davranışlarına kızıyor, kendilerine müdahale ediyordu. Diğer taraftan da gemide gördüğü zata bir an önce kavuşmayı temenni edip dua ve niyazda bulunuyordu.
Derken bu beklentisi bir süre sonra gerçekleşti. O zamanlar lehinde ve aleyhinde çok şeyler işittiği Niyazi Mısri’ye de gıyabında sitem ediyordu. Hatta Mısri’nin Bursa’ya geleceğini duyunca konuyla ilgilenmemeleri için talebelerine tembihte bulundu. Ertesi gün yine sabah namazından sonra Ulu Cami’deki dersine başladı. Dersini tamamlamak üzereydi ki, Mısri’yi karşılamaya hazırlananların zikir ve tevhid sadalarını duydu ve camiden çıktı. Kalabalığın arasında tahtırevana binmiş olarak bir zatın geldiğini gördü ve büyük değişim burada başladı. Ahmed Gazzi’nin bulunduğu yere gelince selam verdi. O da Mısri’nin elini öptü ve Mısri Dergâhı’na birlikte gittiler. 1692 Ramazan’ının yirmi üçünde erbainleri tamamlanınca, Niyazi Mısri, Gazzi’ye halifelik görevini -öğle namazından sonra düzenlenen bir törenle- cemaatin huzurunda verdi.
Şeyh Ahmed Gazzi hakkında birçok menkıbe söylenmiştir. Onlardan biri de “Bursa Evliyaları” isimli kitapta şöyle kaydediliyor:
“Bir gün dervişler topluca, Niyazi Mısri’nin maiyetinde Üftade Hazretleri’nin türbesini ziyarete gittiler. Mısri, oradan geçerken daha sonra Gazzi Dergâhı olacak harabe durumdaki bir yere bakarak ‘Viraneler mâmur olur envar-ı zikrullah ile’ dedi ve böylece zikredilen harabenin bir zaman sonra feyiz saçan bir dergâh olacağını ima ve işaret buyurdu.”
Bunun açıklaması kısaca şöyledir:
Gazzi’nin hanımı bir gün bütün zinet eşyalarını veriyor ve bu parayla bir bahçe satın alıyor. Gazzi, inşaata başlamadan önce şükür ifadesi olarak otuz beş dervişiyle hacca gidiyor. Dönüşte bir hayli keresteci, doğramacı, dülger esnafından derviş peyda oluyor. Bunlar Hazret’e intisap ederek birlikte çalışıyorlar. Gariptir ki, o mahallede Tahtakale Ağası Muhammed Ağa adında son derece cimri bir adama erenlerin himmetiyle bir aşk ve şevk geliyor ve bu zat bütün dülgerlerin ücretlerini üzerine alıyor. Böylece 1696 yılında mükemmel bir dergâh inşa edilmiş oluyor. İşte Gazzeli Ahmed Gazzi’nin en büyük hizmeti, Mısrilik koluna mensup olarak, Bursa’da böyle müstakil bir dergâh kurmasıdır. “Güldeste” yazarı İsmail Beliğ Efendi’nin yazmış olduğu yedi kıt’alık şiir de dergâhın cümle kapısında asılıdır. Bu şiir Hüseyin Vassaf Efendi’nin “Sefine-i Evliya”sında yer almaktadır.
“Bursa Evliyaları”nda bu muhterem Gazzelinin bir takım hassasiyetlerine de şöyle temas ediliyor.
“Ahmed Gazzi medrese ilimleri ile tekke kültürünü birleştiren bir anlayışa sahipti. Tekkesinde tasavvufi eserlerin yanında tefsir, fıkıh, hadis dersleri de okutmuştur. Vaaz ve sohbetleri esnasında kürsüde Fütuhat-ı Mekkiye’nin bulunmasına dikkat ederdi. Vahdet-i Vücud’un tartışmalı konularında ihtiyatlı konuşmayı tercih etmiş olan Gazzi Efendi, tütün ve kahvenin cevazının tartışıldığı o yıllarda, tütünün çok sert muhalifi, kahvenin ise tiryakisi olmuştur. Yöneticilerle daima iyi geçinmeye dikkat etmiş, Mısri dergâhından çıkarılması dışında yöneticilerle pek işi olmamıştır. Dini hükümleri korumada hassasiyet göstermiş, özellikle ‘kadın müridleri şeyhin mahremi sayan’ bir görüşe şiddetle karşı çıkmıştır.”
On sekiz yaşında “muhaddis” ünvanını alan Gazzeli Gazzi Ahmed Efendi, kırk iki yıl, bahsi geçen dergâhın irşad makamında görev yaptı ve 6 Aralık 1731’de Hakk’ın rahmetine kavuştu. Cenaze namazı Ulu Cami’de kılındıktan sonra, son nefesini verdiği odaya defnedildi.
Rahmetullahi aleyh!..
https://www.yenisafak.com/yazarlar/dursun-gurlek/gazzeli-buyuk-alim-ahmed-gazzi-efendi-4567664