DURSUN GÜRLEK - EROL KILINÇ VE ZİYA NUR AKADEMİSİ...

DURSUN GÜRLEK - EROL KILINÇ VE ZİYA NUR AKADEMİSİ...

DURSUN GÜRLEK - EROL KILINÇ VE ZİYA NUR AKADEMİSİ...


Yazar ve yayıncı Erol Kılınç Bey’in Rahmet-i Rahman’a kavuştuğunu Timaş Yayınevi’nde Osman Okçu Bey’den öğrendim ve Allah’tan rahmet niyazında bulundum. Daha sonra Yeni Şafak’taki ölüm haberini de okuyunca, ikinci bir defa mekânı cennet olsun diye dua ettim.

Erol Bey’le birkaç defa Ötüken Yayınevi’nde karşılaştım. Bazen de kendisini akşamları Ümraniye minibüs kuyruğunda görüyor ve selam veriyordum. Merhumla fazla ünsiyetim ve ülfetim olmadı ama kültür dünyamıza yaptığı hizmetleri dostlarından duydukça takdir ediyordum. Bu ciddi ve çalışkan adam özellikle Ziya Nur Aksun’un eserlerinin yayımında büyük rol oynadı. Daha sonra “Damla Damla Yaşadıklarım” adıyla yayımladığı hatıratını ben de büyük bir ilgiyle okudum.

Erol Bey, adı geçen kitabında “Marmaratörlüğüm” başlığıyla bir bölüm açıyor ve Marmara Kıraathanesi’nin renkli simalarından biri olan merhum tarihçimiz Ziya Nur Aksun’u ilgi çekici anekdotlarla anlatıyor. Her ikisine de, bir kere daha rahmet niyazında bulunarak, bu bölümü Ziya Nur’a olan muhabbetinizin tazelenmesi için aşağıya iktibas ediyorum.

Erol Kılınç söze şöyle başlıyor:

“Ziya Nur’u Marmara Kıraathanesi’nde tanıdım. Soyadının “Aksun” olduğunu da yıllar sonra öğrendim. Marmara’daki sohbet halkasına dâhil olduğumda, konuşulan mevzular hakkında tarihten verdiği örneklerle o günkü olayları değerlendirmesi, ilk dikkatimi çeken nokta olmuştu. Evet, tarih ibret alınmak için değil miydi? Madem siyasetle uğraşılıyor, o halde ülkenin, milletin geçmişinden çıkarılan ibretlerle, geçmişteki uygulamalarından edinilen tecrübeyle günümüzün meselelerine çözümler getirilmesi veya o tecrübeler ışığında politikalar geliştirilmesi, dünyanın en tutarlı mantıki çıkarımlarından biridir.

Yalnız, bu adamın siyasi yönü yoktu. CHP ve sol karşıtlığı netti, ama sağ partilerden herhangi birine taraftar olduğuna dair net bir belirti görememiştim. Doğrusu bu da beni etkileyen bir özelliğiydi. Çünkü Ziya Bey konuşurken devlet diyor, devlet telakkisi diyor, tarihi seyirden bahsediyor; bir takım fikri züppelikler karşısında bunları tartışmaya bile değer görmeyerek, sigarasından bir nefes çekip, kaşının birini kaldırıp, “S… et hazret, bunlar boş şeyler!” deyip -şayet Emin Hoca da yanındaysa- “Patlat bir gazel üstad!” deyip konuyu “iplemediğini” etrafındakilere tavrıyla gösteriyordu. Sürekli düşünüyordu; sürekli günün siyasi olaylarıyla Osmanlı tarihinin muhtelif safahatı arasında paralellikler kuruyordu. Hadiseleri anlamaya; ahalinin geçmişteki ahaliyle arasındaki benzer tavır ve reaksiyonları kavramaya, görmeye ve göstermeye çalışıyordu. İnsanlar akan zaman içinde değişseler de maşeri vicdandaki toplumsal değerlerin değişmeden kaldığına, bu değerlerin, anlayışın yeni nesillerle devam ettiğine inanıyordu. Muhafazakâr yapıda dindar bir adam olmasına rağmen felsefe ve hukuk bahislerinde de, uluslararası diplomasi konularında da “behre” sahibiydi.

Bu adam Ankara Hukuk’ta okumuştu. Vaktiyle Osman Yüksel Serdengeçti’leri falan orada tanımış, görüşmüştü. O zamanlar Nur cemaatinin ön sıralarında da görev yapmış biriydi. Ama Nurcular onu reddetmeseler de bir türlü benimseyemiyorlardı. Çünkü düşünce istiklaline sahip bir zattı, kendi kozası içinde ipeğini ördüğü için olsa gerek, kimse de ona dışlayıcı bir laf söylemiyordu. Karaköy’de bir matbaası vardı. Öğleden sonra iş yerine gelir, akşama kadar çalışır, akşam belli bir saatten sonra da Marmara mesaisi başlardı. Gecenin 24.00’üne kadar sohbet, çay faslı sürer, sonra Kadıköy’e geçer, oradaki evinde sabah namazına kadar okur veya yazar, sabah namazını eda ettikten sonra uykuya yönelir, öğle vakti kalkıp yeni güne başlardı. Evinde 7 bin kadar kitap bulunduğunu, bunların büyük kısmının Osmanlı tarihiyle ilgili olduğunu bir Osmanlı tarihi yazmaya başladığını öğrenmiştim.

Ziya Bey, bize Osmanlı tarihini sevdirdi. Kendisi Osmanlı’ya hayrandı. Bizleri de hayran edip bıraktı. Dündar Taşer’le bir araya geldiklerinde aralarında âdeta bir “fena fi’d-devle”ye götüren bir devlet zikri başlardı, ki işte o zaman dinleyenler de, sözü biri bırakıp diğeri alan bu cezbeli ikilinin “cezbesine” kapılırlar, lafları tam duyamasalar da, zikrin seyrindeki ritme kendilerini kaptırırlar ve mânâyı âdeta ruhlarında hissedelerdi. Hele hele Erol Güngör de aralarına katılmışsa müthiş üçgen kurulmuş olur. Sohbet ve bu “zikir hali” bitmesin isterdik.

1972 Haziranında Dündar Taşer vefat edince, Ankara’daki cenaze merasimine katılmıştık. Döndükten sonra aşağı yukarı 40-45 gün boyunca Ziya Bey’in sohbet halkasındaki herkesle Dündar Bey’le ilgili hatıraları tazeleyip durmuştuk. Meğer o sohbetlerden sonra Ziya Bey eve gidip bunları not edermiş. Bir müddet sonra bunu sevinçle öğrendik. Kendisinden yayınlamasını istedik. Nazlandı. O sırada ben Kutluğ Yayınları’nı açmış, Türkeş’in kitaplarını yayınlıyordum. Ziya Bey’e rica ettim. Bunun üzerine ismini yazmamam şartıyla yayınlamama müsaade etti. Ben buna da itiraz ettiysem de izin vermedi. Fakat kitaba Z.N. rumuzunu koyup kitabı yayınladım. Büyük ilgi gördü.

Ziya Bey gerek Söğüt Ertuğrul Gazi İhtifali gezilerinde, gerek bayramlarda ve Ramazanlardaki sohbet ve gezilerinde bizi Osmanlı’nın, İstanbul’un Yahya Kemal’in şiirlerinde yankısını bulan atmosferine sokar, bu şuuru derinde duymamızı sağlardı. Özellikle arife günü sabaha kadar Marmara’da sohbet eder, sabah ve bayram namazını kılmak için kalkıp Eyüp Sultan’a giderdik. Oradan ya bir tekkeyi, ya bir evliya türbesini ziyarete, oradan da Yavuz’un, Fatih’in, Kanuni’nin türbelerini ziyaret edip, dualar okuduktan sonra dağılırdık ki, hayli ruhaniyetli ve anlamlı olurdu.

Hele Ertuğrul Gazi İhtifali için gidişimiz tam bir ruhani sefere dönüşürdü. İstanbul’dan gece yarısı hareket edip sabah ezanından önce Bilecik’te mola verirdik. O zaman pek bakımsız olan Edebali Dergâhı’na uğrayıp yanındaki camiyi – hocasını uyandırıp açtırarak – sabah namazını edadan sonra, dergâhı ziyaret, Sadeddin Ökten, Ahmet İyioldu, Ferruh Müftüoğlu, Mustafa Uzun ve Emin Işık ilahiler söyleyip, oradan da güneş bir mızrak boyu yükseldiğinde Söğüt’e yönelirdik ve Ertuğrul Gazi’yi ziyaret ederdik. Tadına doyum olmazdı.

İşte ben böyle bir akademiden, “Ziya Nur Akademisi”nden de ders almış, etkilenmiş, şanslı bir adamım vesselam!..”

Ziya Nur Bey’e, Erol Kılınç Bey’e Marmaratörlerden olup da âhirete intikal edenlere bir kere daha Allah’tan rahmet ve mağfiret niyaz ediyorum.

Evvel giden ahbaba selam olsun erenler!..