DURSUN GÜRLEK - BEDREDDİN EL- GAZZİ SEYAHATNAMESİ VE OSMANLI İSTANBUL’UNDAN MANZARALAR - 22 Ekim 2023 Pazar

DURSUN GÜRLEK - BEDREDDİN EL- GAZZİ SEYAHATNAMESİ VE OSMANLI İSTANBUL’UNDAN MANZARALAR - 22 Ekim 2023 Pazar

DURSUN GÜRLEK - BEDREDDİN EL- GAZZİ SEYAHATNAMESİ VE OSMANLI İSTANBUL’UNDAN MANZARALAR - 22 Ekim 2023 Pazar


Geçen gün, kütüphanemin raflarından birini karıştırırken ilgimi çeken bir kitapla karşılaştım. Nerede, ne zaman hangi sahaftan aldığımı hatırlayamadığım bu eser, “Hicri Onuncu- Miladi On Altıncı Asırda Yurdumuzu Dolaşan Gazzi-Mekki Seyahatnamesi” adını taşıyordu. Aslında bu bildiğimiz anlamda bir kitap değildi, 1937 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları arasında çıkan “Tarih Semineri Dergisi”nin kitaba dönüştürülmüş şekliydi. Ekrem Kamil adında bir zat tarafından tez olarak hazırlanmıştı. İsminde geçen “Gazzi-Gazzeli” kelimesi dikkatimi çektiği için hemen okumaya başladım.

Eserin baş tarafında verilen bilgilere bakılacak olursa, Bedreddin İbn-i Radiyyüddin el-Gazzi aynı zamanda Şaffi mezhebine mensup büyük bir âlimdir. Yüz elliden fazla eser kaleme almıştır, bunlardan biri de 30 bin beyitlik Arapça manzum “Tefsir-i Şerif”idir. Seyahatnamesine gelince onun da adı “El-Metaliu’l-Bedriyye fi Menazilü’r-Rumiyye”dir. Eser Köprülü Kütüphanesinde, Mehmet Paşa kitapları arasında 1390 numaradadır. Kitap küçük ebatlı olup, Venedik âbâdisi kağıt üzerine güzel bir ta’lik ile yazılmıştır. Her sayfada on üç satır vardır. Her iki sayfa bir varak itibariyle bütün kitap 182 varaktır. Başlıklar ve duraklar renkli mürekkeple yazılmıştır. Kitapta kırmızı, mavi mürekkepten başka altın yaldız da bulunmaktadır. Eser Arapçadır.

Büyük Şafii bilgini Bedreddin el- Gazzi Baalbek, Hama, Humus, Halep, Misis, Adana, Gülek Boğazı, Akköprü, Ereğli, Konya, Akşehir, Afyonkarahisar, Yenişehir, İznik, İzmit, Gebze gibi şehirlere ve bir takım yerleşim bölgelerine uğrayarak ve geçtiği bütün bu yerler hakkında ilgi çekici bilgiler vererek İstanbul’a ulaşıyor. Bir sene kadar İstanbul’da kaldıktan sonra yine aynı güzergahı takip ederek memleketine dönüyor.


Bedreddin el-Gazzi, yukarıda adını verdiğimiz seyahatnamesinde –bakınız- İstanbul’u nasıl anlatıyor:

Üsküdar’dan sandalla yaptığımız şairane bir seyahatten sonra nihayatet İstanbul’a (Konstantıniyye’ye) vardık. Bizi iskelede Mirahur İskender Çelebi karşıladı. Gereği gibi iltifat eden ve teveccühde bulunan bu zatı bize Vezir Ayas Paşa göndermişti. Büyük bir neşe ve sevinç içinde şehre güneşin batımına yakın girdik.

Burası Türk şehirlerinin merkezi, hükümdarların payitahtıdır. Bu koca şehir ilim ve irfanın kaynağı, âlimlerin ve devlet erkânının karargâhı, baht ve talihin menbaı, dileklerin ve arzuların sona erdiği, saadet güneşinin doğup yayıldığı yerdir.


İstanbul elde edilen fesat ve küfür kaynağı olan şehirlerin en büyüğü ve en güzelidir. Aynı zamanda şiddetle karşı duran ve müstahkem olanıdır. Burayı fetheden merhum aziz ruhlu, büyük şehit Sultan Mehmed Han’dır. Asırlarca hüküm süren bu mıntıka koca Fatih’in şevket ve azameti önünde baş eğmiş, tekbir ve tehlillerle süngülerini parlatarak şehre giren İslam Türk kuvvetleri karşısında eğilmek zorunda kalmıştır. İlk günlerden itibaren kiliseler camiye çevrilmiş, çanlar susturularak yerlerine birer İslam âbidesi olan minareler geçmiştir. Bununla da yetinilmeyerek yerle gök arasında ezan sesleri yükselirken diğer taraftan da medreseler, imaretler ve mescidler bina edilmiştir.

Hülasa, elde edilen diğer şehirlerde olduğu gibi, İncil’in yerine Kur’an-ı Kerim; papazların, kesişlerin yerine İslam uleması geçmiş, din-i mübinin güneşi doğarak şer’i Ahmedi kaim olmuştur.

Şimdi biraz da burada gördüğüm eşsiz camilerden ve mescitlerden, hesap ve kitaba sığmaz gelirlerle yapılan imaretlerden, görüştüğüm âlimlerden, âyân ve ahaliden bahsedeyim:


Gördüğüm medreselerin en büyüğü Sahn-ı Seman Medresesidir. Müderrisleri Türk müderrislerinin en âlimleridir. İçinde ulemaya, fakirlere ve yolculara sabah akşam yemek pişirilen imaretler vardır. Diğer bir âbide, içinde cuma namazı kılınan büyük camidir. İçinde birçok odaları, hasta koğuşlarını ihtiva eden ve imaretin bitişiğinde bulunan hastahane de görülmeye değer. İçindeki kemerleri, güzel kokulu sürmeleri, tıbbın kurallarına ve formüllerine uygun olarak yapılan güzel ve macun şeklindeki ilaçları nadirattandır. Hele kokulu birçok ıtriyatı, sulu ilaçları takdire değer mükemmeliyettedir. Bütün bunlar meşhur ve hazık tabiblerin nezareti altında imal edilmektedir.

Tedavilere gelince, yine bu doktorların nezaretinde elinden iş gelen becerikli kimselerle yapılmaktadır. Burada insanların ihtiyacı olan her şey bulunmaktadır. Muhtelif koyun ve kuş etleri bol miktarda mevcuttur. Mükemmel yatakları ve yorganları çok temizdir.

Fetihten önce şehrin en büyük kilisesi olup da el’an cami olan Ayasofya’ya gelince, bu seyredenleri hayretten hayrete düşürecek büyüklüğe, genişliğe ve ince tezyinata sahiptir ki, şehrin hemen göze çarpan en muazzam ve tarihi âbidesidir. Burada aynı adı taşıyan Küçük Ayasofya denilen bir cami daha vardır. Bunda da birçok tezyinat vesaire varsa da, Büyük Ayasofya ile kıyas etmek şöyle dursun, ikisini aynı zamanda ağıza almak bile doğru değildir.


Bize gelince; Esseyyid Abdurrahim’in tavsiyesiyle merhum Sultan Mehmed’in imaretine gittik. Görevli zat yanımıza gelerek, halimizi hatırımızı sorduktan sonra ihtiyaçlarımızın da en iyi bir şekilde karşılanacağını söyledi. Yatak ve yorganları da çok temizdi. Burada tek eksiğimiz vardı, o da vatandan ve ailemizden uzak bulunuşumuzdu. Bütün geceyi, onları ve Seyyid Abdürrahim’in bize gösterdiği alakayı düşünmekle geçirdim. Sabah olunca ilk işim adı geçen efendimize teşekkür etmek oldu. Zavallı iki yakasını saran hastalığın pençesi arasında kıvranıyordu. Geldiğimizi görünce çabalayarak ayağa kalktı ve benimle tokalaştı. Onunla epey muhabbet ettikten sonra biricik dostum alim ve fazıl Molla Hacı’nın ziyaretine gittim. Devamlı ibadetle meşgul bir pir-i fani olan bu zat Hacdan dönerken Şam’da babamla tanışmış ve ahiret kardeşi olmuştu.

Burada biraz oturduktan sonra imarete döndüm. Buradan çıkarken geldiğimizi haber vermek üzere vezire bir adam yolladım. Gelişimize çok sevinen vezir kendisiyle görüşeceğimiz zamanları bir adamla bize bildirdi. Bu zamanlar da perşembe akşamıyla cuma sabahı idi ki, buna da sebep bütün ileri gelen devlet ricalinin padişahın sünnet olan çocuklarının düğünüyle meşgul bulunmalarıdır.

Bu vezir, Vezir-i Âzam Ayas Paşa’dır. Çok temiz huylu, itikad sahibi, mütevazi, tatlı sözlü ve haluk bir kimsedir. Babamla, Şam beylerbeyi iken görüşmüş ve dost olmuşlardı.

Cuma sabahı, Galata’daki bahçeli yalılarında kendilerini ziyarete gittim. Gelişimizle pek ziyade sevinen vezir, beni dış kapıda karşıladı. Ayas Paşa, bana gösterdiği teveccühün samimiyetin ve tevazuun bu derecesini hiç kimseye göstermemişti. Kendilerine şehirdeki evlerinde ikinci bir ziyaretimde Ebu’l-Bevvab’ın el yazısıyla yazılmış bir Mushaf-ı Şerifle “Bürde Kasidesi”ni hediye ettim. Çok memnun oldu. Kısa zamanda biten Kaside-i Bürde şerhini sordular. Kendilerine gerekli malumatı verdikten sonra temize çekilmiş nüshasını da takdim ettim. Çok memnun oldum.

Bedreddin El- Gazzi’nin İstanbul hatıraları uzayıp gidiyor. Yerim müsait olsaydı, bu Osmanlı başkentinde hangi alimlerle görüştüğünü ve onlar hakkında verdiği bilgileri de naklederdim. Bu kadarla yetinip kendisine rahmet niyazında bulunuyorum.

 

https://www.yenisafak.com/yazarlar/dursun-gurlek/bedreddin-el-gazzi-seyahatnamesi-ve-osmanli-istanbulundan-manzaralar-4569347