DURSUN GÜRLEK - ALTMIŞ SENEDE YAZILAN KİTÂBE - 06 Nisan 2025 Pazar

DURSUN GÜRLEK - ALTMIŞ SENEDE YAZILAN KİTÂBE - 06 Nisan 2025 Pazar

DURSUN GÜRLEK - ALTMIŞ SENEDE YAZILAN KİTÂBE - 06 Nisan 2025 Pazar


İstanbul’un güzelliğine güzellik katan tarihi eserlerden birini de -hiç şüpheniz olmasın- kitâbeler teşkil ediyor. Usta hattatların olanca maharetlerini göstermek suretiyle hazırladıkları bu yazı güzelleri, hem bakanların ve tabii ki görenlerin gözlerine sürme çekiyor hem de ait olduğu yapı hakkında gerekli bilgileri üzerlerinde taşıyor.

Başta camiler olmak üzere, hemen bütün tarihi binaların kapılarında yer alan bu kitâbeler hat sanatının şaheserleri olarak arz-ı endam ediyorlar. İlimle, sanatla iştigal eden herkesin bildiği bir gerçek vardır ki, ecdadımız hangi maksatla ve ne gibi bir bina yapmışsa, kitâbesini de ona uygun olarak hazırlattırmıştır. Mesela çeşme kitâbelerinde su ile ilgili âyet-i kerimeler görüldüğü gibi, kütüphanelerin giriş kapılarını tezyin eden kitâbelerde de kitaplarla ilgili âyet-i kerimeler yer almıştır. Diğer tarihi binaların kitâbelerinde de bu inceliğe riayet edilmiştir. Ayrıca âyetlerin dışında bazı kitâbelerin de şiirlerle, kelam-ı kibarlarla ve bir takım veciz ifadelerle yazıldığını biliyoruz.

Harf devriminden sonra kitâbelere de musallat olan hoyrat ellerin, kraldan çok kralcı geçinen işgüzarların bu vâdide yaptıkları tahribatı ve sanat düşmanlığını şimdilik erteleyerek asıl konumuzu anlatmaya devam edelim.


İşte İstanbul Üniversitesi’nin giriş kapısını süsleyen kitâbe de bu kadim şehrin harika sanat eserlerinden biridir. Eski adı “Harbiye Nezareti” olan bu tarihi binanın kapısının üstündeki “Dâire-i Umûr-ı Askeriyye” ibaresini Hattat Şefik Efendi celi sülüs hatla yazmıştır. Bunun sağında ve solunda ise Fetih Suresi’nin birinci ve üçüncü âyetleri görülmektedir. Yukarıda da belirttik; bina ile kitabe, mânâ ve mefhum itibariyle birbiriyle irtibatlıdır. Harbiye Nezareti’ne, yani Osmanlı Genelkurmay Başkanlığı’nın girişine Fetih Suresi’nden âyetler nakşedilmesi tabii ki isabetli olmuştur.

Aynı kapının ön ve arka cephelerinde de Sultan Abdülaziz Han’ın tuğraları bulunmaktadır. Arka cephede ve orta kemerin üzerinde yer alan tarih manzumesi de, Kazasker Mustafa İzzet Efendi tarafından yazılmıştır. Bu şiir, Nüzhet adında bir şair tarafından kaleme alınmış olup şöyledir:

Matla’ı envâr-ı şevket şems-i evc-i saltanat


Âsmân durdukça olsun mazhar-ı nasr-ı aziz

Askere Nüzhet kulu tebşir eder tarihini

Lütf-i Şah Abdülaziz açtı der-i nasr-ı aziz 1282

Bu bahse, ünlü kültür tarihçimiz merhum Osman Nuri Ergin de kaleme aldığı 748 sayfalık Muallim Cevdet kitabında bütün ayrıntılarıyla yer veriyor. Tam bir ayaklı kütüphane olan Muallim Cevdet ilgi çekici bu konuyu şöyle anlatıyor:

Sultan Abdülaziz Han yapılışı epeyce uzun sürmüş olan Dâire-i Umûr-ı Askeriyye’nin en fazla beş on gün içinde açılış töreninin gerçekleştirilmesi için emir veriyor. Bu âni emir inşaat heyetine bildirilince tabii ki apışıp kalıyorlar. Oysa binanın daha çok noksanı bulunmaktadır. Ayrıca kapısının üzerine konulacak yazılar da henüz yazılmamıştır.


En önemli noksan ise kapının üstüne yazılması gereken yazılardır. Bu kitâbelerin bir an önce hazırlanıp yerlerine yerleştirilmesi için, devrin en büyük hattatlarından biri olan Şefik Bey’i davet ediyorlar. Yapılacak işi ve bir an önce yapılmasını kendisine söylüyorlar. Yazının, en fazla üç dört gün içinde yazılıp bitirilmesini rica ediyorlar. Ne kadar para isterse derhal verileceğini de -tabii ki- kendisine hatırlatıyorlar.

Şefik Bey, altmış altın liraya bu işi yapabileceğini söylüyor, onlar da kabul ediyorlar. Bunun üzerine Şefik Bey, rahat çalışmak için kendisine geniş bir yer ve büyükçe bir masa verilmesini istiyor. Arzusu derhal yerine getiriliyor. Şefik Bey, masanın üstüne büyük büyük kâğıtlar seriyor. Eline de hemen orada bir yerden tedarik ettiği iki tahta parçasını alıyor. Bunları kalem şeklinde birbirine bağlamak suretiyle yazıyı yazmaya başlıyor. Bir yandan da beraberinde getirdiği çırakları, önce yazının aralarını doldurmaya, sonra taşa nakledip, hakk edilmesi için iğne ile delmeye başlıyorlar. Bu işlem nihayet altı saat içinde yani yarım günde bitiyor.

İnşaat heyetine dahil edilen genç bir erkân-ı harp yüzbaşısı Şefik Bey’le görüşmekle ve pazarlık yapmakla görevlidir. Yüzbaşı, yapılan işleri dikkatli bir şekilde takip ediyor ve heyete bilgi veriyormuş. Yazının böyle çok kısa bir zamanda bittiğini gören genç yüzbaşının kıskançlık ve tamahkârlık damarları kabarmaya başlamış. Kendisinin tam otuz gün çalışarak, sonunda ancak tayınla birlikte altı lira aldığı aklına gelmiş. Böyle beş altı saat çalışan bir adama altmış lira verilemeyeceğini söylemeye ve ödeme hususunda zorluk çıkarmaya başlamış. Durumu, işi takip eden çırakları hattata bildirmişler, o da yaşını ve yazıya harcamış olduğu bunca zamanı hatırlayarak:


- Yüzbaşı Bey’e söyleyiniz: Bu yazı altı saatte değil, altmış senede yazılmıştır. Kendilerine altı gün değil, altı hafta, altı ay da değil, tam altı sene mühlet veriyorum. Bu süre içinde bu yazının sadece bir harfini yazabilirse, istediğim paranın altı mislini kendilerine hediye olarak veririm, diye haber göndermiş.

Bereket versin ki, işe asıl tecrübeli ve kadir kıymet bilen inşaat heyeti karışmış; hattat Şefik Bey de emeğinin karşılığını ve yaptığı işin mükâfatını alabilmiştir.

Osman Nuri Ergin, bu bilgileri verdikten sonra Muallim Cevdet merhumun hiç değilse böyle tarihi bir vak’anın hatırı için olsun, bu kitabenin üstü örtülmemeliydi, dediğini naklediyor.


Bu vesileyle söylemek isterim ki, Muallim Cevdet, Ali Emiri, İbnülemin Mahmud Kemal İnal, İbrahim Hakkı Konyalı gibi tam anlamıyla sanat ve tarih şuuruna sahip zatlar, sanat eserlerimize yönelik tahrip hareketlerine, ellerinden geldiği kadarıyla engel olmaya çalıştılar. Mesela Ali Emiri Efendi, perişan vaziyetteki tarihi eserlerin ihya edilmesi için yetkililere vicdannameler adı altında mektuplar yazmayı kendine iş edindi. On beş binden fazla son derece kıymetli eserlerinin muhtemel bir yangında yok olmaması için o meşhur kütüphanesini kurdu. Muallim Cevdet, okkası on kuruştan Bulgarlara satılan o canım Osmanlı evrakının geri getirilmesi için, gözyaşlarıyla ıslatarak yazdığı mektubu İsmet Paşa’ya göndermekten çekinmedi. İbnülemin Mahmud Kemal Bey, tahrip ve imha selinin önünden kurtardığı, bazı tarih ve sanat yâdigârlarıyla Türk İslam Eserleri Müzesi’ni kurdu. İbrahim Hakkı Konyalı, yok edilen Osmanlı bakiyesi eserlerin -yoğun bir yayın hareketiyle- envanterini çıkardı. Hepsinin himmeti var olsun.

Yine bu vesileyle belirteyim. Tam bir tarih şuuruna sahip olmak için isimlerini sıraladığım bu zatların ve onlara peyrev olan diğer kalem erbabının eserlerini okumak ve okutmak en önemli görev olarak karşımıza çıkmaktadır.

“Tarih, kâinatın vicdanıdır!” diyen Ömer Hayyam doğru söylüyor. Öyleyse vicdanımızın sesine kulak verelim.

 

https://www.yenisafak.com/yazarlar/dursun-gurlek/altmis-senede-yazilan-kitabe-4692228