Çağdaş Yahudi uygarlığı, insanlığa başta ne vaat ettiyse ona ters yönde yol aldı. İnsanlığın sermayesini insanlığı ihya yönünde kullanacağı vaadiyle aldı. Ardından insanlığı dolandırdı: O sermayeyi kendisi için kullandı.
Ana dilleri ihya ve geliştirme çağdaş uygarlığın önde gelen vaatleri arasındadır. Bu yönde kışkırtmalar yapmış ve umutlar oluşturmuştur. Oysa gelinen noktada pek çok ana dili unutulma ile yüz yüze getirmiştir. Zira bu uygarlığın dilleri ihyasındaki hedef, yüce Allah’ın bahşettiği zenginlikleri artırmak değil, insanlık arasında ayrılığı keskinleştirip yerküreyi daha kolay yönetmekti.
Bu uygarlığın temel hususlarından biri yıkımlarını normalleştirmektir. Bunun için pek çoğumuz, ana dillerin unutulmasını zaman akışının bir normali gibi görür. Öyle değildir. Ana dillerin unutturulması, diğer sair insanî değerlerin unutturulması gibi, bir dayatmadır. Bu uygarlığın insanı yüceltme vaadiyle aldatıp hiçleştirme planlamasının karşılıklarından biridir.
İster İstanbul sokaklarına düşmüş Kürt çocuklarını gözleyin, ister Batı ülkelerine yerleşmiş Arap gençlerini. Dilin aşınması ve unutulması, özellikle dindarlığın zayıf olduğu ya da sonraki nesillere aktarılmasında sorun yaşandığı ailelerin gençlerinde açık bir bunalım, bir yabancılaşma ve nihayetinde bir şahsiyet sorunu yaşatıyor.
Genç, dini değerlere uzak bir aileden geliyorsa ya da ailesi kendisine dini değerleri aktarmakta güçlük çekmişse dilini de unuttuğunda tamamen köksüzleşiyor, kendine yabancılaşıyor ve farklı suçlara bulaşmaya daha müsait hâle geliyor.
Çağdaş uygarlığın ulus devletler dahil bütün unsurları bu gerçekliğin farkında olarak azınlık toplumlarına yönelik, ana dili unutturma politikaları izliyor. Özellikle ana dil ve dindarlığın bir araya gelmesini bir şahsiyet güçlenmesi olarak görüp ona karşı sıkıca planlanmış bir mücadele yürütüyor.
Bugün bu uygarlık, tabiatın pek çok güzelliğini tahrip edip unutturduğu gibi pek çok dünya dilini de yok ediyor. Pek çok dünya dili can çekişiyor. Türkler ve Almanlar gibi dünyanın büyük ve güçlü toplumları dahi aldıkları büyük tedbirlere rağmen uygarlığın insânî değerlerin üzerinden silindirle geçen saldırıları karşısında dillerini koruyabileceğinden kuşku duyuyor.
İslam, mukaddes kitabı Arapça olan bir din olarak ana dil konusunda insanlığı evreninden uzaklaştırmadı, aksine onu bir yandan ortak ve büyük insânî evrene taşıdı, öte yandan onun kendi tabii evrenini güçlendirdi.
Roma ve Sâsâni baskısı altında, kısırlaşmış, yok olmasa da gelişmesi durma noktasına gelmiş pek çok dil, diğer insânî değerler gibi İslam’la hayat buldu.
Arapça, Farsça, Türkçe gibi diller yaşadıkları bölgelerden İslam sayesinde yerküreye açılırken daha az bir nüfus tarafından konuşulan küçüklü büyüklü Ümmet dilleri de yaşadıkları alanda yeni bir soluk aldılar.
Diller, hiçbir zaman Müslümanlar arasında bir ayrılık sebebi olmadı, Müslümanlar arasında dil kaynaklı bir çatışma yaşanmadı. Müslümanlar, dilleri Allah’ın ayetleri olarak bildi, onlardan birini unutturmayı hiçbir zaman politika hâline getirmedi.
İslam tarihinde kavimler çatışması yoktur. Dil ve ayrılık ifadelerinin birlikte anılması, dil farkının ayrılığı çağrıştırması, çağdaş uygarlığın yol açtığı kötülüklerdendir.
Dil farkı, lehçe farkı, ağız farkı hayatın zenginlik ve güzelliklerindendir. Lehçe ve ağızların yaşatılması, hayatın zenginlik ve güzelliklerinin yaşatılması olarak düşünülmelidir.
Ama ana dilin yaşatılması, insanın şahsiyetini inşa ve korumayla ilgili olduğundan bir güzelliği yaşatmaktan daha ötede değerlendirilmelidir.
Güçlü dini değerlerin yanında ana dil duyarlılığı, çocukların sağlıklı büyümesinde, gençlerin sağlam bir toplumsal zemin üzerinde şahsiyet kazanmasında büyük öneme sahiptir.
Dolayısıyla ana dili öğrenme yönündeki faaliyetler, insanı ihya gayretlerinin bir bölümü niteliğindedir. Bu yöndeki çabalar, çağdaş uygarlığa kapılmak değil, çağdaş uygarlığın tahribatlarına karşı mücadelenin bir yönü mahiyetindedir.
Ana dilini öğrenmek! - Dr. Abdulkadir Turan - Doğruhaber (dogruhaber.com.tr)