Güfteyi yazanla besteyi yapan aynı. Üniversitede müzikolog olan bu zatın şairliği hakkında bilgimiz olmadığı gibi bestekârlığı hakkında da bir malûmat sahibi değiliz.
Fakat biz şahıslarla değil, eserle ilgiliyiz.
100. yıl marşının metnini gazetelerde gördük. Türkiye Cumhuriyeti 100. yaşına giriyor ve Devletimiz “Türkiye yüzyılı” ilan edecek iddialı bir mevkide.
Bu marş “Türkiye yüzyılı marşı” olmalı…
Peki olmuş mudur?
Marşı birkaç kere dinledim. Bestesi beni iştirak edecek kadar etkilemedi, esas mütalaayı müzikçilere bırakıyorum. Ya güftesi? İsterseniz, önce okuyalım (Edebiyattan, şiirden anlayan okuyucularıma sabırlar diliyorum):
100. YIL MARŞI
Parlayan yıldızı Anadolu'nun
Çağlayan sel gibi şanlı ulusun
Türkiye Yüzyılı titretiyor dünyayı
Sarsılmaz bir inançla kalpte tutkusun
Bu toprak bu deniz bu bayrak bizim
Tarihe sığmayan destanlar bizim
Türklüğün yazgısı yazılıyor koynunda
Kalplere kazınmış bu vatan bizim
Yüzyıllarca kutlanacak Cumhuriyetimiz
Her zaman aydınlık mavi göklere uzanacak ellerimiz
Yüzyıllarca kutlanacak Cumhuriyetimiz
Gazi’nin açtığı bu kutlu yolda yürüyeceğiz hepimiz
Özgürlük tutkusu damarlarımda
Çelikten her nefer semalarımda
Sarmaşık dal gibi sarılmışız biz bize
Tek yürek bu millet en zor anında
Düşmanlar bir olsa yağsa göklerden
Denizler köpürse taşsa dağlardan
Kimseye eğmedik boynumuzu eğmeyiz
Kahraman yarattı Türk'ü yaratan
Yüzyıllarca kutlanacak Cumhuriyetimiz
Her zaman aydınlık mavi göklere uzanacak ellerimiz
Yüzyıllarca kutlanacak Cumhuriyetimiz
Gazi'nin açtığı bu kutlu yolda yürüyeceğiz hepimiz."
Bu kıt’alar halinde yazılmış metne, maalesef, “şiir” diyemem! Hatta “bir tek gerçek şiir cümlesi yok” diyebilirim.
Şiir havası verilmiş bir metin, hem de hece ölçüsü ile yazılmış gibi. İlk 2 mısra 6+5=11, 3. mısra 6+7=13, 4. mısra 7+5=12. Daha sonraki mısralarda aynı şekilde, değişken. E, kafiye de var gibi. Fakat orada da tutarlılık yok. 2.Kıt’ada redife başvurulmuş, ondan önce kafiye olması lâzım, o da yok!
Bu marş güftesi vatandaşın yüksek sesle, heyecan duyarak seslendirebileceği bir metin değil.
İstiklâl Marşı’nı bir kenara koyalım, o her bakımdan müstesna bir şiir ve marş. Bestesi hakkında ihtirazî kayıtlarımız var, o başka. Geçmiş marşlarımızdan Alay Marşı’nı severim. Hani şu “Annem beni yetiştirdi bu ellere yolladı” diye başlıyan marş.
Annem beni yetiştirdi bu ellere yolladı
Al sancağı teslim etti, Allah'a ısmarladı
Boş oturma çalış dedi, hizmet eyle vatana
Sütüm sana helal olmaz, saldırmazsan düşmana
Arş ileri, marş ileri, Türk askeri dönmez geri...
Yastığımız mezar taşı, yorganımız kan olsun
Biz bu yoldan döner isek namus bize ar olsun
Ne şereftir ölmek bize bu güzel vatan için!
Yanar yürek yurt aşkıyla daima için için
Arş ileri, marş ileri, Türk askeri dönmez geri...
Marşın bestekârı Rifat Bey imiş, Yemen Harbi sırasında bestelendiği söyleniyor. Şairi hakkında bir bilgiye ulaşamadım. Marş Türkiye sınırlarını aşan bir ilgiye mazhar olmuş: Azerbaycan’da da okunuyormuş.
Gazi Osman Paşa Marşı gibi birkaç marş daha aklıma geliyor. Mehter marşlarını saymıyorum, orijinal mehter marşı yok gibi. İttihatçıların bestelettiği marşları mehter marşı olarak dinliyoruz.
“Cumhuriyet marşı” denilince, hâlâ 10. yıl marşı geliyor hatıra. Onun şairleri de şöhretli idi, bestekârı da. 50. yılda da yarışma açıldı, Bekir Sıdkı Erdoğan’ın şiirini Necil Kâzım Akses bestelemişti. İkisi de sahalarında şöhretli isimler. Buna rağmen hafızalarda yer etmedi. Yarım yüzyıldan sonra Osmanlıyla, eski yazıyla ilişiği olmayan gerçek Cumhuriyet kuşakları yetişti; ne oldu peki? 75. yılda marş yarışması açıldı. İşte bir kıt’a, çocuk şarkısı kıvamında!
Güneş gibi parlıyor
Yurdumuza hürriyet
İnanç oldu bizlere
Ulu Cumhuriyet
Bu Marş’ının sözlerini İhsan Özkaynak yazmış ve Nejat Başeğmezler bestelemiş. Bırakın 10. yıl Marşını, 50. Yıl marşının yanında üzerinde durmaya değmez! Güfte sahibi ziraat profesörünün her vatandaş gibi şiirle uğraştığı anlaşılıyor! Bestekârı da kemancı-viyolacı! Görüldüğü gibi, 10. yıl marşından beri irtifa kaydederek bugüne doğru geliniyor.
100. yıl marşında dibe vurulmuş!
Bu arkadaş şiir yazmamış demiyeceğim, doğru dürüst şiir okumamış. Şiir ne demek, güzel şiir nedir, bunu bilmiyor. Lâfları ard arda sıralayınca şiir olur zannediyor. Şiir mazmunlar/kavramlar, tahayyüller, imajlar, semboller üzerinde yükselir. Burada dümdüz sözler var. Güftede “övelim, övünelim de gerisi ne olursa olsun” havası hâkim. Mantık, tutarlılık hak getire.
İlk mısradan başlayalım: “Anadolu’nun parlayan yıldızı” nedir? Yahu Türkiye Cumhuriyeti’nden bahsediyoruz. Her şeyden önce Türkiye Trakyasıyla bir bütün.
"Çağlayan sel gibi şanlı ulusun" mısraında biraz hamasetimsilikten başka ne var? Türkiye Yüzyılı dünyayı titretiyormuş. Türkiye yüzyılı bir hedeftir, ulaşılmak istenen bir emeldir, idealdir. Bu bizi elbette heyecanlandırır. Fakat dünyayı titretmesi için kuvveden fiile çıkması lâzım. “Titretecek” dense olurdu belki!
Kakafoniye bakar mısınız: "Türklüğün yazgısı yazılıyor koynunda." Bu mısraı yüksek sesle birkaç kere söylemeyi deneyin bakalım. “Türklüğün kaderi yazılıyor” denilse idi, düzgün Türkçe bir cümle olurdu. Yazgının koyunda yazıldığını da müteşair efendi icad etmiş olmalı!
Vatanı kalplere kazımak! "Yüzyıllarca kutlanacak Cumhuriyetimiz." Sıradan laflar. Bir de ellerimiz her zaman göklere yükselecekmiş, başka yükselecek yer varmış gibi.
"Sarmaşık dal gibi sarılmışız biz bize" sarmaşık-dal da neyin nesi?
Bir Türkçe felaketi: "Düşmanlar bir olsa yağsa göklerden."
“Kimseye boyun eğmedik, eğmeyiz!” Türkçedir, fakat “Kimseye eğmedik boynumuzu eğmeyiz” Türkçe bir cümle değildir.
Bir müteşair, bunu şiir diye yazmış. Orta okul öğrencilerine ödev verilse, böyle karalamalar yapabilirler. Bu şiirimsiyi şiirimizin bugünkü seviyesi ile kıyaslamak bile abes. Eğer bunu şiir sayarsak, şiirimizi gerçekten temsil eden eserleri ne sayacağız? Eğer bu şiirse, şiirin tarifini yeniden yapmamız, binlerce yıllık şiir tarihimizi sıfırdan başlatmamız lâzım. Bu metni millete “şiir” diye takdim etmek, ayıptan da öte! Bunu şiir diye seçenlere de bir “yuh!” çekmekten başka bir şey gelmiyor elimden!
Bu arada şu “takdim” kelimesinin nasıl da yanlış kullanıldığını hatırlatalım: Cumhurbaşkanı bu şiiri yazana ödül takdim etmiş.
Vah Türkçe! Eyvah Türkçe!
Takdim, kendinden büyüğe yapılır. Cumhurbaşkanı Türkiye’de en büyük makamda, mevkide. O takdim etmez, tevcih eder, tevdi eder. Cumhurbaşkanlığında Türkçe bilen kalmamış mı yahu?
100. Yıl Marşını seçtiler, önümüze koydular. Bizim onu beğenmemiz bekleniyor. Eğer bu satırları şiir diye beğenirsek, büyük Türk şiirini inkâr etmiş oluruz. Eğer bunu yazan şairse, Yunus Emre’den başlıyarak büyük şairlerimize şair diyemeyiz.
Şu soruyu sormak mecburiyetindeyim: Bu hem şair hem bestekârı nereden buldunuz? Yahut da kim buldu? Şair sayılmasını gerektirecek eseri yok, bestekâr desek, bestelerinden kimsenin haberi yok. Bir üniversitede doçentmiş. İşte makalesinin başlığı: “Üniversite Öğrencilerinin Sanatsal Etkinliklere Katılma Düzeyinin Psikolojik İyi Oluş ve Yaşam Doyumunu Yordama Gücü.”
Bu Türkçe mi? Türk’ün anlamadığı şey Türkçe olmaz! Şahsen ben anlamıyorum. Bunca yıl sözlükle uğraştım, hâlâ elimin altında birçok sözlük var. Ne “yaşam doyumu” ne de “yordama gücünü” sözlüklerde bulamadım! Burada “yahu ne demek istiyorsun” diye kendisini bulup sormak mı gerekir?
Bu dili kullanan birisi milletle güçlü bir bağa sahip olamaz. Milletin dilini konuşmayan birinin niteliksiz “şiir”i Devlet tarafından kutlama marşı olarak seçilemez!
Duyar gibi oluyorum: Biz seçtik oldu!
Bu anketçilerin Kemal Kılıçdaroğlu’nu son seçimde kesin seçimi kazanıyor göstermesi gibi bir şey!
Birilerinin aklını başına devşirmesi lâzım.
Bir cümle ile ifade edelim: 100. Yıl Marşı kültür siyasetinin kesin iflasının ilânıdır! (Yarın devam edeceğiz)