İçinde bulunduğumuz dönemin en temel sorunlarından biri tüketim çılgınlığı. Her şeyi çok çabuk tüketir olduk. Bu çılgınlıktan nasibini almayan şey kaldı mı acaba? Yerin altındaki kaynaklar, yerin üstündeki zenginlikler, hatta ve hatta insanın kendi bedeni. Zamanla ilişkimiz nasıl etkilendi bu çılgınlıktan dersiniz? Zaman tüketmek, vakit geçirmek, ânın tadını çıkarmak gibi söylemler ne anlam ifade ediyor bizim için?
Son dönemlerin çok duyulan ifadelerinden biri ânı yaşamak. Ama görülen o ki herkes kendince bir anlam yüklüyor bu ifadeye. Rasim Özdenören de Müslümanca Düşünce Üzerine Denemeler isimli eserinde bu noktaya dikkat çeker. Bir Müslümanın ânı yaşamaktan anladığı şey ile Batılı bir zihnin ânı yaşamaya yüklediği anlamın farkını ortaya koyar. Batılıların anı sonsuzlaştırma gayreti içine girdiğine; andan daha çok lezzet ve haz alabilme amacı taşıdığına değinir. Batılı; ölümü unutmak, “korkunç karanlığı ve hiçliği” görmezden gelmek için ana sarılır, hatta ölüm denen “büyük boşluk”tan öç almak amacıyla içinde bulunduğu zamanı bir silah olarak kullanır. Müslümanın an’a bakışı ise çok başkadır. Müslüman ölümü unutmak için değil, ölüm gerçekliğine hazır olmak için ânı yaşar. Özdenören bu durumu şu cümlelerle ifade eder: “Ân içinde yaşamak ona kul olma bilincini duyurduğu ve birazdan öleceği gerçeği bu fırsatı elinden alacağı için anlam taşır. Bu yüzden 'ân' bir haz ve lezzet aracı olarak kullanılmaz, kul olma bilincinin yüklediği bir fırsat olarak değerlendirilir.”[1]
Ân, öylesine tüketilen, haz ve menfaat üzerinden okunan bir kavram olarak görülemez. Ânı yaşamak için öncelikle anda olmak gerekir. Anda olmak ise kendinde olmayı gerekli kılar. Yani kendine dair bir farkındalık ve özdenetim geliştirmeden anda olduğumuzu söyleyemeyiz. Kendini zamanın akışına, arzu ve isteklerinin tahakkümüne bırakan birisinin anda olması beklenemez. Bizi bizden alan, kendimizden uzaklaştıran ânlar bir değer olarak pazarlanamaz. Bugün zaman da pazarlanan bir materyale dönüştürülmüş durumda. Zamanı tüketmek için harcanan paranın haddi hesabı yok. Ânı yaşamak adete eğlenmekle, hayatın tadını çıkarmakla özdeşleştirilmiş durumda. İnsanı kendinden geçiren, gerçeklikle ilişkisini problemli hale getiren eğlence sektörünün ânla ilişkimizi çok problemli kıldığı çok aşikar.
“Ânı yaşamak” yerine “anı değerlendirme” ifadesini kullansak bu yanlış algıyı bir nebze de olsa değiştirebilir miyiz acaba? Âna bir kıyafet giydirmek, ona bir değer yüklemek lüzumu var. Bu yapıldığında ân değerlenmiş ve değerlendirilmiş oluyor. Ân haddi zatında nötr bir alan. Onu değerli ya da değersiz kılan şey bizim yapıp ettiklerimiz. Yani zamanla ilişkimizin mahiyetidir onu bizim açımızdan değerli kılan şey. Müslümana yakışan zamanı değerlendirmek, onu değerli kılmaktır. Esasında Müslümanın işi çok kolay; zira heybesi değerle dolu. Heybesindekini âna iliştirdiğinde o da değerlenmiş olacak. Bu değerlerin en zirvesinde Allah rızası geliyor elbette. Ânda olmak, O’nda olmakla mümkün. Ânı; ibadet bilinci, kulluk şuuruyla birleştirebildiğimiz oranda ân da değerlenir insan da. Müslümanın ânı onun değer dünyasından ayrı okunamaz. Bugün özellikle gençlere sunulan ve insanı varoluş gayesinden uzaklaştıran ânlık deneyimler konusunda uyanık olmak zorundayız. Anlık zevklerle gençlerimiz, hayata ve zamana istikamet veren değerlerden uzaklaşıyor, uzaklaştırılıyor. Aman dikkat!
[1] Rasim Özdenören, Müslümanca Düşünce Üzerine Denemler, Ankara: İz Yayıncılık, 2017, 113.
https://www.dunyabizim.com/n-degerlenirse-insan-da-degerlenir-makale,2913.html