Geçen haftaki yazımızda modern dönemde daha çok insanın hak ve özgürlüklerine vurgu yapıldığını, işin sorumluluk kısmının ise ikinci planda tutulduğunu vurgulamıştık. Bu kapsamda 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesine de değinmiş, hak ve özgürlük söyleminde bu Beyanname’nin temel referans metni olarak iş gördüğünden bahsetmiştik. İnsanların ortak haklarına işaret eden bu metne karşılık insanlara evrensel sorumluluklarını hatırlatan ikinci bir referans metnin olmadığına dikkat çekmiştik. Burada dinin açtığı alanın kullanılması gerektiğine değinmiş, İslam dini özelinde Veda hutbesine bahis açacağımızı ifade etmiştik.
Veda Hutbesine geçmeden başta şunu belirtmek isterim ki modern Batı toplumunun kendinde deneyimleyip tüm dünyaya empoze ettiği dinden uzak seküler hayat tarzı, dinle birlikte sorumlukları da bir ölçüde gözden düşürmüş, özgürlüğü bu seküler hayat tarzının lokomotifi haline getirmiştir. Din ve dinin öngördüğü sorumluluklar özellikle toplumsal alanda özgürlüklerin önünde bir engel olarak sunulmuş, dinî sorumluluklar kişisel özgürlük alanının sınırları içine hapsedilmiştir. Sorumluluk ve özgürlük dengesi, özgürlük lehine bozulmuştur. İslam’da akıl baliğ olmak, sorumluluğu üstlenmek anlamında mükellef kavramıyla karşılanırken günümüzde bu döneme denk düşen ergenlik aşaması daha özgür olmak, aile bağlarından kurtulmak, keyfince gençliğin tadını çıkarmak gibi söylemlerle ilişkilendirilir olmuştur.
Halbuki sorumluluk esastır ve Müslüman da bu sorumluluğu omuzlayan kişidir. İslam’ın ilk emrini ihtiva eden ayet insana okuma, hayatı anlama, Yaratıcı’yı tanıma sorumluluğunu yüklemiştir. Takip eden dönemde peyder pey inen ayetlerle Müslümana ait sorumluluklar detaylandırılmıştır. En nihayetinde Veda Hutbesi ile bütün bu sorumlulukların özünü yansıtan bir çerçeve ortaya koyulmuş. Bu çerçeve, dün olduğu gibi bugün de Müslümanlara yol göstermeye devam etmektedir. İbn Abbas’ın Veda Hutbesini “Allah’a yemin ederim ki bu sözler Resulullah’ın ümmetine vasiyetidir; burada hazır bulunanlar bulunmayanlara tebliğ etsin.”[1] şeklindeki uyarısı da bu nokta ile ilgilidir. Genel prensipler ihtiva etmesi itibarıyla burada dikkat çekilen hususların bütün insanlara hitap ettiğini söylemek ve bu hutbeyi insan sorumlulukları evrensel beyannamesi olarak nitelemek mümkün olsa gerektir. Nitekim, sorumluluk kavramı üzerinden olsa da, Veda Hutbesi ile Birleşmiş Milletler tarafından ilan edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini ihtiva ettikleri temel haklar bağlamında karşılaştıran çalışmalar bulunmaktadır.
Gelin hep birlikte bu beyannamenin sorumluluk anlamında neler ihtiva ettiğine bakalım. Her şeyden önce ilgili Hutbe’nin başında dikkat çekilen temel hususların dinleyenler tarafından diğer insanlara ulaştırılması temel bir sorumluluk olarak yer almaktadır. Yani buradaki temel ilke ve sorumlulukları duyanlar duymayanlara ulaştırmakla sorumlu tutulmuştur. İyiyi, doğruyu aramak ve bulduğumuz kadarıyla onu başkalarına da anlatmak temel insanlık görevimizin başında yer almaktadır. İkinci sorumluluk; rengine, cinsiyetine, mensubiyetine bakmaksızın herkesin mal ve can dokunulmazlığına saygı göstermekle ilişkilidir. Bu noktada can emniyeti anlamında kan davalarının, mal emniyeti anlamında ise ribanın (faizin) kaldırıldığına dikkat çekildiğini görmekteyiz. Başkasının canını en az kendi canımız kadar aziz bilmek ve korumak en temel sorumluluklarımızın başında yer almaktadır. Bunu yaşama hakkı olarak değil de yaşatma sorumluluğu olarak okumak daha doğru olacak.
Hutbe’de toplumun en temel kurumu diyebileceğimiz ailedeki temel sorumluluklara da dikkat çekilmektedir. Eşlerin karşılıklı olarak birbirlerinin haklarını gözetilmesi temel sorumluluklar içinde yer almaktadır. Burada aynı zamanda aile kurumunun devamlılığı da vurgulanmaktadır. Meselelere “hak” ya da “sorumluluk” perspektifinden bakmanın ortaya çıkardığı farklı sonuçları görebilmek adına bu husus oldukça önemli. Zira hak olarak bakıldığında aile kurmamak, evlenmemek, evlilik dışı ilişkilere yönelmek son derece makul ve meşru bir tercih olarak kabul edilmektedir. Buna mukabil mesele sorumluluk çerçevesinden ele alındığında neslin devamı, toplumun selameti, insana yakışan bir yaşantı bağlamında aile kurmak temel bir sorumluluk olarak öne çıkmaktadır.
Hutbe’de dikkat çekilen bir diğer önemli sorumluluk zulmetmemekle ilişkilidir. Zulüm bir şeyi yerli yerine koymamak, adaletten uzaklaşmaktır. O halde iş ve eylemlerimizde adaleti gözetmek hepimizin ortak sorumluluğudur. Esasında tüm yapıp etmelerimiz bu nokta ile bir şekilde ilişkilidir. Kur’an’da en büyük zulüm olarak şirke işaret edilmesinden hareketle Yaratıcı’nın varlığına ve birliğine inanmanın en temel sorumluluklardan biri olduğunu söyleyebiliriz. Bunun dışında, konuşurken muhatabın anlayacağı şekilde konuşmaktan tutun bir işin ehline verilmesine kadar tüm eylemlerimizi adalete referansla gözden geçirme sorumluluğumuz olduğunu söyleyebiliriz.
Herkesin kendi sorumluluğunu üstlenmesi gerektiği, kimsenin bir başkasının sorumluluğunu üstlenmeyeceği hususu Hutbe’de dikkat çeken bir diğer nokta. Burada cezanın şahsiliği kadar her bir bireyin sorumluluk nokta-i nazarından hayata bakmasının gereği de vurgulanmaktadır. İnsan sorumlu bir varlıktır ve yaptıklarının sorumluluğunu yüklenmek durumundadır. Veda Hutbesinde bu sorumluluklar bağlamında ödünç alınan şeylerin zamanında geri verilmesi, borçların ödenmesi, emanetin sahibine ulaştırılması, temel ibadetlerin (namaz, oruç, zekât, hac) ifası özellikle zikredilmektedir. Son olarak iki önemli emanete dikkat çekilmekte ve şu ifadeye yer verilmektedir: “Ey Müminler! Size iki emanet bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldığınız takdirde bir daha asla yolunuzu şaşırmazsınız. Bunlar Allah’ın kitabı Kur’an ile peygamberinin sünnetidir.” Aslında tüm insanlara bırakılan bu iki emanet de insanların temel sorumluluklarını konu almıyor mu? İnsana emanet bırakılan, sorumluluğun ta kendisi değil mi?