Benim akranlarım ve benden yaşça büyük olanlar mektubun mana ve kıymetini bugünün gençlerine göre daha iyi takdir ederler zannedersem. Özel mektup kağıtları, o kayıtlara özenle işlenen duygular, özlemler, sitemler. Yazanın kalemine dökülenlerin okuyanın gönlünde yankılandığı nadide metinler. Özenle ve özel olarak yazılan mektupların alıcı için kıymeti bambaşka oluyor haliyle. Hele bu mektup bir de kişinin çok önem verdiği, gönlünde hususi yeri olan bir kişiden geliyorsa o zaman paha biçilmez bir değere dönüşüyor. Böyle bir mektup, hasretle beklenir, heyecanla açılır, bir çırpıda okunur, yetmez yine okunur. Sonra bir kez daha, bir kez daha… Elden bırakmak zor gelir ve sonunda her zaman ulaşılabilecek en özel ve en korunaklı yerde saklanır. Gönül ne zaman dara düşse bu mektubu okuyarak umutlanır, tazelenir.
Konuyu Kur’an ile olan ilişkimize bağlamak istiyorum. Bir Müslüman olarak bizler için temel referans görevi gören Kur’an-ı Kerim’le ilişkimizde bir problem olduğuna daha önce de dikkat çekmiştim. Bir kısmımız var ki onların Kur’an’la ilişkisi tamamen Müslüman vasfı taşımakla sınırlı. Kur’an ile aralarında aşılmaz dağlar var onların. Kulaklarına çalınan kadar Kur’an’a dair bildikleri. Bir kısmımız da var ki Kur’an ile ilişkisi daha çok lafzi düzeyde kalıyor, mana ve öze nüfuz etme gibi bir talep ve arayışı olmuyor bahse konu bu geniş kesimde de. Bu, resmin büyük tarafı; bir de diğer tarafı var tabi ki; ya manasına bakanlarımız nasıl okuyor Kur’an’ı acaba? Kendi adıma soruya cevap verecek olursam Kur’an’dan gerektiği kadar feyizlenebildiğimi düşünmüyorum. “Kalplar ancak Allah’ı zikirle huzur bulur”[1], “Müminler o kimselerdir ki Allah’ın adı anıldığında yürekleri titrer, kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğunda bu onların imanlarını arttırır.”[2] ayetlerinde işaret edilen ruh halini kendimde istediğim düzeyde tecrübe ettiğimi söyleyemeyeceğim. Haliyle ne eksik diye soruyorum kendi kendime?
Kur’an’ı elimize alırken bir heyecan sarmalı içimizi, okuyamadığımızda bir burukluk oluşmalı gönlümüzde. Ondan uzak kaldığımızda ona kavuşmayı iple çeker olmalıyız? Ondan aldığımız ilhamla ruhumuzu tazelemeli, hayatımıza istikamet ve istikrar kazandırmalıyız. Sevgiliden gelen bir mektubu gözler gibi gözlemeliyiz ona kavuşmayı. Sevgiliden gelen bir mektubun bizde oluşturduğu hissiyatla okuyabilmeliyiz onu. Elimize alınca bütün aklımızla, gönlümüzle, fikrimizle, zikrimizle sarılmalıyız ona. Elimizden bırakmak zor gelmeli bize. Elimizden bıraksak da gönlümüzden bir parça orada, onunla kalmalı. Gönlümüzdeki ateş o mektubu okudukça alevlenmeli, harlanmalı. Şayet okuyoruz ama yüreklerimiz titremiyorsa, imanımızda bir artma olmuyorsa bir şeyleri yanlış ya da eksik yaptığımızı değerlendirmeliyiz.
Elimizde sevgililer sevgilisinden gelen, Kur’an-ı Kerim gibi eşsiz bir kaynak varken bu kaynağı okumamak ya da okuyup gerektiğince istifade edememekten bir mahcubiyet duymamız gerekmiyor mu? Rûz-i Mahşer’de “Ben size hak ve batılı ayırmanız, hayır üzere yaşamanız için Kur’an gönderdim, hiç mi merak edip okumadınız?” diye bize sorulduğunda yüzümüzde nasıl bir ifade olacak acaba? Doğrudan bize gönderilen bir mektubu okumadığımızı, hatta zarfını bile açmadığımızı varsaysak, bunu duyan mektup sahibi buradan nasıl bir mesaj çıkartır dersiniz?
Allah’ım, bizi böyle bir mahcubiyetten uzak eyle. Bizi Kur’an’la buluşturacak bir istek ve heyecan, onu okuyup anlayacak bir feraset, anladıklarıyla da amel edecek bir irade bahşeyle. Kur’an’ı her elimize alışımızda bizi; ona ve yüce kelamın sahibine meftun eyle. (Amin)
[1] Ra’d Suresi, 28
[2] Enfal Suresi, 2
https://www.dunyabizim.com/sevgiliden-gelen-mektup-makale,2941.html