Gerçek bilgi, eylemini doğuran bilgidir
Konfiçyüs “Bir işi bilen yapar, az bilen akıl verir, bilmeyen eleştirir, yapamayan çamur atar” der. Bilgi, bizi eyleme götürmeli. Eyleme dönüşmeyen bilgiyi sorgulamakta fayda var. Bilip de yapmadıklarımızı nasıl izah edeceğiz? Acaba gerçek anlamda bilmiyor muyuz, yoksa doğruyu bile bile, onu yapmaktan geri mi duruyoruz? Bilgi ve eylem arasındaki bu boşluk tarihsel ortak bir soruna işaret ediyor.
Kur’an-ı Kerim’de müteaddid defalar “İman edenler ve salih amel işleyenler” peş peşe zikrediliyor. Bu da bize gerçek bir imanın amel ile taçlanması, onunla ete kemiğe bürünmesi gerektiğini söylüyor. Amele yansımayan bir imanın da sıhhatinden kuşku duymak gerekir. Aliya İzzetbegoviç, bu iki kavram arasındaki yakın ilişkiyi şu sözlerle dile getirir: “Hayat, inanan ve salih amel işleyenlerin dışında kimsenin kazanamayacağı bir oyundur.”
İmanın da bilginin de kemali eylem iledir. 15. yüzyılın sonları, 16. yüzyılın başlarında yaşamış Çinli düşünür Wang Yangming, bilgi ve eylemin birlikteliğine dikkat çeker ve kendi dönemindeki ahlaki sorunların ancak bu kabulle çözülebileceğini savunur. Ona göre gerçek bilgi ancak kendisini eylemin takip ettiği bilgidir.[1] Örneğin bir kişi iyiliği ancak onu tecrübe ettiğinde bilebilir. İyiliğe dair tecrübe edilmemiş bilgi eksik kalmaya mahkumdur.
Kur’an-ı Kerim’de, kendisinin yapmadığı şeyleri başkalarına söyleyip duranlar uyarılır.[2] Yukarıda alıntılanan sözde Konfiçyüs de bu kişileri “az bilen” insanlar olarak tavsif eder. Kendileri yapmadıkları için bu kişilerin bilgisi tamamlanamamıştır. Uygulamanın bilgiye katacağı artı değer burada tezahür edememiş, bilgi yarım kalmıştır.
Eylem, sadece teorik bilgiyi alana aktarmak değildir. Eylem, aynı zamanda mevcut bilgiyi yeni bilgilerle beslemek, ondaki eksik kalan kısımları tamamlamak, bilgiyi genişletip derinleştirmek imkânı verir. Eylem sayesinde bilgi, bir bağlama oturur ve varlık, zaman ve mekanla bağlantısı kurulur. Eylem üzerinden bahse konu bilginin bizdeki hissî etkileri de tecrübe edilir. O eylemin bize yaşattığı duygusal tecrübeler açığa çıkar. Yine eylem sayesinde bilgiyle aramızda kurulan bağ güçlenir. Teorik bilgiyle ilk ilmeği atarız ama onu ancak eylemle buluşturduğumuzda bir örgü ortaya koyabiliriz.
Birkaç örnek üzerinden konuyu biraz daha somutlaştıralım. Bir çiftçi adayına teorik olarak tarım nasıl yapılır anlatsak ama ona bunu uygulayacağı bir fırsat sunmasak bu çiftçi, bilgisini olgunlaştırabilir mi? Bu çiftçi adayının kendisine sunulan bilginin ötesinde uygulamadan edineceği yeni bilgi ve tecrübeler yok mudur? Elbette ki vardır. Uygulamak, yalın anlamıyla hazır bilgiyi alana aktarmak değildir; uygulamak alandan ve tecrübeden yeni bilgiler devşirmek demektir. Yardımseverlik değerini ele alalım örneğin. Yardımseverliğin ne olduğunu teorik olarak bilen ama bu davranışı ortaya koymayan biri yardımseverliği biliyor diyebilir miyiz? Bu kişi henüz yardımseverliğin gerçek bağlamını kuramamış, bu bilginin kendine yaşatacağı hissi tecrübeden de yoksun kalmıştır.
Hani meşhur hikayedir Nasrettin Hoca damdan düşer ve “bana damdan düşeni getirin” der. Halbuki orada damdan düşmenin ne demek olduğunu teorik olan bilen birçok kişi vardır; ama bu kişiler bu durumun gerçek bilgisine sahip değildir. Zira onlar bunu gerçek anlamda tecrübe etmediklerinden düşmenin insanın üzerinde oluşturduğu çok boyutlu etkiyi görememişlerdir. Bu kişilerin damdan düşmeye dair bilgisi, eylemden yoksunluk nedeniyle eksik kalmıştır.
Velhasıl, gerçek bilgi eylemle buluşturabildiğimiz bilgidir. Tabi ki bilginin bir sınırı yok; o, genişleyen evreni andırıyor. Dolayısıyla bizdeki bilgi eksik kalmaya mahkûm. Bununla birlikte eylemle buluşan bilginin eylemini arayan bilgiden daha tam ve daha değerli olduğundan tarafa bir tereddüt yok.