AYHAN ÖZ - BİR ASIRLIK GELENEK: NÜVVAB MEKTEBİ... 05 ARALIK 2022

AYHAN ÖZ - BİR ASIRLIK GELENEK: NÜVVAB MEKTEBİ... 05 ARALIK 2022

AYHAN ÖZ - BİR ASIRLIK GELENEK: NÜVVAB MEKTEBİ... 05 ARALIK 2022


27-29 Kasım 2022 tarihleri arasında düzenlenen “Asırlık İlim ve İrfan Ocağı: Nüvvab” sempozyumu için Şumnu kentindeydik. Şumnu şehir merkezinde yoğun olarak bulunmasalar da civar bölge ve köylerde yaşayan ciddi bir Türk nüfusu var. Şumnu, Koca Yusuf gibi pehlivanlarıyla ün almış Deliorman Bölgesi’nin kalbinde bir şehir. Fakat orayı bizim açımızdan önemli kılan bir diğer husus bu sene 100. kuruluş yılını kutlayan Nüvvab Mektebi. Bu mektebin sadece Bulgaristan Türklerinin eğitimi için değil yaklaşık yirmi yıllık fetret döneminden sonra ülkemizde dini eğitimin yeniden filizlenmesi için de büyük bir ehemmiyeti haiz. 1922 yılında müftü ve müftü vekili yetiştirmek üzere 1913 tarihinde Osmanlı ile Bulgaristan arasında imzalanan İstanbul Müahedesi’nin ek 7. maddesine dayanarak Şumnu’da açılıyor bu okul. Tarihi binası hemen Tombul Cami olarak bilinen Şerif Halil Paşa Camii’nin karşısında. Bu bina bir gayr-i müslimden satın alınıyor. Bu kişi hemen binanın karşısındaki camiden yükselen ezan sesini bastırmak için evin bir köşesini çan kulesi şeklinde yaptırıyor; lâkin kaderin cilvesi buradan çan çalamadan vefat ediyor ve mirasçılarından bu bina satın alınıp mektebe çevriliyor. Bu okulun ilk olarak bugün ortaöğretime denk düşen 5 yıllık tâlî kısmı, 1930 yılında ise bugün üniversiteye karşılık gelen âlî kısmı açılıyor. Bu okulun açılışına aslen Düzceli olan ve Bulgaristan’a göç etmek durumunda kalan Yusuf Ziyaeddin Ezherî de önemli katkılar sunuyor. Okulun ilk müdürlüğünü de yine İstanbul Dârü’l-Fünûn İlahiyat Fakültesi’nde öğrenimini tamamlayan Emrullah Efendi üstleniyor. Sadece dinî ilimlere değil aklî ve fennî ilimlere de programında yer veren bu okuldan Bulgaristan Türklerinin/Müslümanlarının varlık mücadelesine omuz veren nice önemli isimler yetişiyor. İsmail Cambazov, Osman Kılıç, Osman Keskioğlu ve on iki ciltlik Sahih-i Müslim Tercümesi ve Şerhi eserinin sahibi merhum Ahmed Davudoğlu bu isimlerden bazıları.

Bu okuldan sadece dinî ilimler alanında değil özellikle edebiyat alanında eserler veren önemli isimler mezun oluyor. Zira burada güçlü bir edebiyat eğitimi var.  Nüvvab’ın birinci ve ikinci sınıfında Süleyman Sırrı, Hafız Nazif Osman ve Osman Seyfullah tarafından yazılan ve Abdülhak Hamit, Rıza Tevfik, Namık Kemal, Mehmet Akif ve Orhan Seyfi gibi yazar ve şairlerin edebi eserlerini içeren ve her iki sınıf için de ayrı ayrı yazılan “Müntebahât” adlı eser okutuluyor. Özellikle Mehmed Akif’in nüvvab öğrencileri üzerinde büyük bir etkisi oluyor. Bu mektepten Türkiye’de Klasik Türk Edebiyatı hocalığı yapan Prof. Dr. Hüseyin Ayan, Ahmed Şerif Şerefli, Nuri Turgut Adalı, Hüseyin Oğuz isimler yetişiyor. Bu mektepte Boris Nedkov isminde şarkiyatçı bir gayr-i müslim de öğrenim görüyor.

1922 yılında açılan Nüvvab Mektebi, 1949 yılına kadar öğrenci yetiştirmeye devam ediyor. Bulgaristan, Komünist yönetime geçtikten sonra bu mektepteki dinî dersler programdan çıkartılıyor ve Nazım Hikmet Türk Lisesi adıyla farklı bir zihniyetle öğretime devam ediyor. Daha önce bu okulda görev yapan hocaları ise zorlu bir dönem bekliyor ve bu isimlerden bir kısmı Türkiye’ye göç ediyor. Bu dönem, yaklaşık yirmi yıllık bir yasaklamadan sonra Türkiye’de din eğitiminin yeninden filizlendiği, Ankara’da İlahiyat Fakültesi’nin açıldığı (1949), imam hatip okullarının yeniden resmi okul statüsü kazandığı (1951) dönemlere rast geliyor. Hemen peşinden ise Yüksek İslam Enstitüleri açılmaya başlıyor (1959). Ders verecek hoca sıkıntısı yaşayan bu kurumlarda Osman Keskioğlu, Ahmed Davudoğlu gibi Nüvvab mezunu hocalar de görev üstleniyor. Tabiri caizse bu isimler Hızır gibi yetişir ve bu okullara can suyu olurlar. Başlangıçta Anadolu’dan giden hocaların omuzlarında yükselen Nüvvab Mektebi vefakarlığını gösteriyor ve Anadolu’da yaşayan ve adeta dine susayan kardeşlerinin yardımına koşuyor. Bu sebeple Nüvvab, Bulgaristan Türkleri kadar Anadolu Türkleri’nin de kaderine etki eden bir okul. 

Nüvvab Mektebi özelinde şu rahatlıkla görülüyor ki bu okul Türkiye ile Bulgaristan Türklerini birbirine bağlayan ana arter rolü üstleniyor. Kökleri, mazileri, değerleri aynı olan bu iki toplum Nüvvab üzerinden birbiriyle can ve gönül bağı kuruyor. Her ikisi de birbirine en zor demlerde taze kan oluyor. Kim düşerse diğeri onun yardımına koşup elinden tutup kaldırıyor.  Türkiye ile Bulgaristan Türkleri arasındaki ilişki Hasan Kâmil Yılmaz hocanın tabiriyle boğazın akıntısına benziyor; biri alttan diğeri üstten birbirine akıyor ve yek diğerini besliyor. İki toplumun iniş ve çıkışları kesişiyor. Bulgaristan’da 1922’ Nüvvab’ın tâlî kısmı açılırken Türkiye’de 1924 sonrasında din eğitimi hızla kısıtlanıyor; 1930’da Nüvvab’ın âlî kısmı açılırken Türkiye’de 1933 yılında Darülfünûn İlahiyat Fakültesi kapatılıyor; 1949’da Nüvvab kapanırken Türkiye’de yirmi yıllık bir kesintiden sonra yeninden örgün eğitimde peyderpey din eğitimine başlanıyor. Bu iki toplumun tecrübesi aynı yönde ve aynı yolda giden iki arabayı andırıyor: Biri hızlandığında diğer yavaşlamış oluyor; arabası yavaşlayanlardan bir kısmı bu arabadan inip hızlanmaya çalışan diğer araca güç ve omuz vermek için o araca intikal ediyor, bir kısmı ise yavaşlayan, hatta gerileyen araca yeniden yön ve hareket vermek için kendi araçlarında kalıyor.

Nüvvab Mektebi, 1990 yılına tekrar açılıyor ve Türkiye’den giden vefakâr insanların da katkılarıyla yeniden Balkanlar’da ilmin mayalandığı bir mektep olmaya çabalıyor. Başta Yüksek İslam Şurası başkanı Vedat Ahmet ve onun etrafında birleşen ilim ve gönül insanları azim, gayret ve samimiyetleriyle bizlere de tesir ettiler. Allah işlerini asan eylesin, bizleri de bu kurumun asli görevini yerine getirmesi noktasında çorbada tuzu olanlardan kılsın. Son olarak şunu da belirtmek isterim; Türkiye’den 30’a yakın akademisyenin bu sempozyuma katılımından son derece mutlu olan, moral bulan bu güzel gönüllü ve gayretkeş insanlar, Türkiye’den daha çok insanın, sadece gezmek için bile olsa, oralara gelmesini bekliyor. Zira Türkiye’den gelen insanları orada görmekten güç aldıklarını söylüyorlar.

Bulgaristan topraklarındaki Türklerin/Müslümanların derdine ve hissiyatına ortak olmak için okunması gereken hatırat türünde birkaç eser:

Osman Kılıç, Kader Kurbanı

Ahmed Davudoğlu, Ölüm Daha Güzeldi

İsmail Cambazov, 1. Beşiğim ve Eşiğim; 2. Medresetü’n-Nüvvab; 3. Bulgaristan’da Başmüftülük Tarihi.

 

 
YORUM EKLE