Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur: “Mü’min erkeklerle mü’min kadınlar da birbirlerinin velileridir.” (Tevbe, 9/71)
Biri darda kaldığında diğeri onun yardımına koşar. Bu sadece belli coğrafi sınırların içine sıkıştırılmış insanlar açısından değil, dünyanın neresinde olursa olsun İslam ümmetinin bütün mensupları açısından söz konusudur. Yardım ve destekte ister istemez yakın çevrede olanların sorumlulukları daha fazladır. Ancak bazen kaldırılması gereken yük yakın çevredekilerin gücünü aşabilir. İşte böyle ağır yüklerle karşı karşıya kalınması ümmet bilincinin ve dayanışmasının önemini de gözler önüne seriyor. Hepimizin bildiği, “Müminler ancak kardeştir.” (Hucurat, 49/10) mealindeki ayeti kerime de bu noktaya işaret etmektedir. Kardeşliğin pratiğe yansıyan yanı ise bu tür zor ve sıkıntılı günlerde kendini gösterir.
Biz sınırları aşabilmenin önemi üzerinde daha önce de çeşitli vesilelerle durduk. Ancak bizim bu konudaki yaklaşımlarımız bazen benimsenmedi hatta yadırgandı. Gerekçesi ise bizim irademiz dışında çizilmiş olan sınırların içi kastedilerek “içeride” çekilen sıkıntılar dururken dışarıdaki sıkıntılarla ilgilenmenin yersizliği iddiasıydı. Bu konuda yapılan bir yanlışlık da “biz” kavramının sınırlarının iyice daraltılması ve bu konuda da yine bizim irademiz dışında çizilmiş sınırların içinde kalanların kastedilmesiydi. Oysa her şeyden önce İslami kimliğimizi yani Müslümanlığımızı esas alarak “biz” derken dünyanın neresinde olursa olsun tüm Müslümanları kastetmemiz gerekir. İslam ümmetinin mensubu olmamız bunu gerektirir.
Allah kimseye tattırmasın ama, büyük acıların ve zorlukların şiddeti ancak tadıldığı zaman anlaşılıyor. Dünyanın değişik yörelerinde Müslümanların başlarına gelen felaketleri kuru bir haber ve gündem maddesi olarak izlediğimiz zaman sanki bir belgesel izliyor gibi oluyoruz. Bilgi ve kültürümüzü artırmaktan dolayı seviniyoruz ama gördüğümüz manzaraların bize ne gibi sorumluluklar yüklediği üzerinde düşünme gereği pek duymuyoruz. Ama aynı gerçekleri bizzat kendimiz yaşadığımız veya hemen yanı başımızda yaşandığı zaman durumun oldukça farklı olduğunu, bir belgesel havasında olmadığını çok iyi anlıyoruz. Bu durumda müminlerin birbirlerinin dertleriyle dertlenmelerinin, darlık ve sıkıntı anında yardımlaşmalarının ehemmiyetini daha iyi anlıyoruz.
Bazı küçük musibetlerin yaralarının sarılabilmesi için çok geniş çaplı bir dayanışmaya gerek olmayabiliyor. Ancak büyük musibetlerin yaralarının sarılmasında, başkalarının coğrafi olarak çizdiği ve Müslüman toplumların ilgi alanlarını daraltmak amacıyla dayattığı sınırların içinde kalanların tümünün yardımlarının bile yeterli olmadığını görüyoruz.
Felaketin büyüklüğü ve milyonlarca insanı ciddi şekilde sarstığı hepimizin bildiği bir gerçektir. Felaketin boyutlarını gerçeğe uygun bir şekilde ortaya koymak ve gerçekleri gözlerden uzak tutmamak haberciliğin bir gereğidir. Ancak felaket tellallığı, duygu sömürüsü ve moral tahribatı yapmak da insaflı haberciliğe sığmaz. Ama ne yazık ki bu tür felaketlerin ardından bazıları özellikle felaket tellallığı yapmaktan ve sıkıntının aşılmasına yaramayan yayın faaliyetlerinden özel bir zevk alıyor. Bu tarz yayıncılığa son verilip insanlarımızın yeniden toparlanması amacına hizmet edecek yayınlara ağırlık verilmeli.
Bu tür felaketlerde, kişilerin yanı sıra toplumların da rehabilitasyona ihtiyacı var. Felaket tellallığı ise bunun zıddı sonuç verir. O yüzden yayın faaliyetlerinde toplumsal rehabilitasyona yarayacak tavır sergilenmesi daha olumlu sonuçlar doğuracaktır. Ama bu tabii ki insanlarımızın yaraları sarma amaçlı dayanışma, işbirliği ve yardımlaşma duygularını zayıflatmayacak tarzda olmalıdır.
Bu felakette afetzedelerin imdadına koşan kuruluşlara sahip çıkmalıyız. Çünkü bu kuruluşların elinin güçlü olmasının toplumumuzun yararına olduğunu müşahede ettik. Öyleyse halkımızın sırtına kene gibi yapışanlar güçleneceğine, darda kalanların imdadına koşanlar güçlensin.