Sözümüzün başında, Türkiye’de ve Suriye’de yaşayan büyük deprem felaketinden zarar görenlerin tümüne Yüce Allah’ın yardım etmesini diliyoruz. Allah ölenlerimize rahmet, yaralılarımıza acil şifalar ihsan eylesin. Evleri yıkılan, işleri bozulan tüm kardeşlerimize en kısa zamanda yeniden sıcak bir barınağa kavuşma, işlerini ve düzenlerini kurma imkanları lütfetsin.
Tabii, bu dileklerimizin gerçekleşmesi için bizim de üzerimize düşen görevi yerine getirmemiz gerekiyor. Başımıza gelen musibetin açtığı yaraları sarmak için de dayanışma içinde olmamız, herkesin gücü ve imkânı nispetinde bu yaraların sarılması çabalarına katkıda bulunması gerekir.
Bu tür felaketlerin ardından her zaman, “Neden, Niçin?” sorularına cevap aramak amacıyla muhtelif yorumlar yapılmaktadır. Bu sefer de yapılıyor ve yapılacaktır. Biz bu konularda uzman olmadığımız için hadisenin tabii şartlarıyla ve beşerin ihmalleriyle ilgili boyutları hakkında tartışmaları işin ehline bırakalım. Önemli olan bundan sonrası için hazırlıklı ve tedbirli olabilmek amacıyla söylenenleri değerlendirmek, işe yarayanları alıp yaramayanları bırakmaktır. Herkes her şeyi söyleyebilir ama işin uzmanı da olsa herkesin doğru konuştuğu varsayımıyla hareket edersek tenakuza düşeriz, çünkü uzmanların söyledikleri bile bazen biri diğerini nakzediyor.
Türkiye ve Suriye’de yaşanan büyük felaket vicdan sahibi bütün herkesin yüreğini sızlattı. Ama ne kadar ilginçtir ki bizim çektiğimiz bu acı ve ızdırapların bazılarını da keyiflendirdiği, bizim felaketimizin onların eğlencesi olduğu görülüyor. Bu gibilerin duygu ve düşüncelerini yansıtan aynalardan biri de, bizim dinimizle, mukaddesatımızla, kendisine büyük hürmet ettiğimiz peygamberimizle ve hayatımızın temel ölçülerini önümüze koyan kutsal kitabımızla alay eden Charlie Hebdo dergisidir. Bu dergi gerçekte Allah’ın dinine savaş açmış durumdaki kindar kesimin lisanıdır.
Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur: “Onlar sizi ele geçirirlerse size düşman olur, ellerini ve dillerini kötülükle size uzatır ve inkâr etmenizi isterler.” (Mümtehine, 60/2)
Bu ayetin geçtiği Mümtehine suresi şu anlamdaki bir ifadeyle başlar: “Ey iman edenler! Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olan kimseleri dostlar edinmeyin.”
Bu kimseler Allah’ın da, dünyadaki tüm müminlerin de düşmanıdır. Bu yüzden de, düşman bildiklerine karşı sürekli savaş halindedirler. Bu savaşlarında sadece tanklarını, toplarını, füzelerini, roketlerini kullandıklarını sanmayın. Kalemlerini ve fırçalarını da kullanıyorlar. Fırsatını yakaladıklarında içlerindeki kin ve nefreti, kullandıkları o aletlerle dışa yansıtıyor ve kendilerince “mizah” süsü vererek karşımıza çıkarıyorlar. Ama onların “mizah” diye çizdikleri karikatürlerden içlerindeki kin ve nefreti okuyorsunuz.
İçlerinde taşıdıkları bu kin ve nefret duygularından dolayı bizim insanlarımızın başına gelen felaketler onların zevkten dört köşe olmalarına yol açıyor.
Buradan da anlaşılıyor ki onlar sadece mukaddesatımıza ve değerlerimize karşı değil doğrudan insanlarımıza karşı da topyekün savaş içindeler. Şehirlerimiz deprem yüzünden yıkılınca, “Tank göndermeye, füze atmaya gerek kalmadı!” diye alay edebiliyorlar. Demek ki düne kadar hayal dünyalarında, bizim şehirlerimize füzeler veya tanklar gönderilmesini ve buraların yerle bir edilmesini tasavvur ediyorlardı.
İşte bu kin ve nefret karşısında bizim daha çok dayanışmaya, birbirimize daha fazla destek vermeye ihtiyacımız var. Deprem felaketi sonucu ortaya çıkan manzaraları keyifle seyrederek, “tank göndermeye gerek kalmadı” diye düşünenlerden insanlık namına bir şey beklememiz boşunadır. Bizim insanlıktan payı olanlarla işbirliğini geliştirmeye ihtiyacımız var.
Yüce Allah, yine Mümtehine suresinde bu konuda da bize şöyle buyuruyor: “Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmamış ve sizi yurtlarınızdan çıkarmamış olanlara iyilik etmekten ve onlara karşı adaletli davranmaktan sakındırmaz. Çünkü Allah adaletli davrananları sever.” (Mümtehine, 60/8)