Aksa Tufanı’yla ilgili muhtelif komplo teorileri ortaya atıldı. Çoğunu konuşmaya bile değer bulmuyorum.
En başta şunu belirtelim ki bu komplo teorilerinin tamamına yakını, sahadan alınmış ve gerçekleri yansıtan bilgilere değil, “uzman” oldukları iddiasındaki birilerinin veya onların hesabına sosyal medyada trol olarak seslerini duyurmaya çalışanların kendi zihin dünyalarında ürettikleri varsayımlara yani zanna dayanır.
Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur: “Onların çoğu zandan başka bir şeye uymamaktadır. Zan ise gerçek açısından bir şey kazandırmaz. Allah onların yaptıklarını bilmektedir.” (Yunus, 10/36)
Bir başka âyeti kerimede de şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının. Şüphesiz bazı zanlar günahtır.” (Hucurat, 49/12)
Kendine, başka insanlara, çevreye ve topluma zararı olmayan ve birilerini haksız yere mahkum etme gibi bir yanlışa götürmeyen zanlarda herhangi bir sakınca yoktur. Ama bu tür bir sonuca götürürse sakıncalıdır. Hele birilerinin itibarını ciddi şekilde zedeleyen sakıncalı zanları sözle veya yazıyla ifade etmenin sakıncası daha fazladır. “Çünkü siz onu dillerinize doluyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyi ağızlarınızla söylüyordunuz ve onu önemsiz bir şey sanıyordunuz. Oysa o Allah katında büyüktür.” (Nur, 24/15)
Ben de burada, konuşmaya değer bulduğumdan değil birçok kişinin zihnini bulandırdığından dolayı Aksa Tufanı hakkında özellikle bir iddiaya temas etmekle yetineceğim. “İsrail aslında geniş çaplı bir saldırıya hazırlanıyordu. Bunun gerekçesini oluşturmak amacıyla Hamas’ı oyuna getirdi” deniyor. Bu iddianın birinci kısmı doğrudur. Ancak ikinci kısmı gerçeklere uymaz. Çünkü İsrail, savaş gerekçesi oluşturmak için hiçbir zaman kendisini böylesine şiddetli bir şekilde sarsacak, bütün istihbarat teşkilatlarının itibarlarını sıfırlayacak ve hükümetinin kendi toplumundaki prestijini tamamen yerle bir edecek bir saldırıya fırsat vermeye ihtiyaç duymaz. Çok basit olayla da bu gerekçeyi oluşturabilir. Tam aksine direniş bu operasyonla işgal rejiminin saldırı planına karşı elinde bir baskı aracı oluşturmayı amaçlamıştı ve işgal rejimi de onu engellemede başarılı olamadığı için son derece azgınlaşmıştır.
Ayrıca hakim şartları göz önünde bulundurmak gerekir. Ortada zaten devam eden bir savaş var ve düşman sizin insanlarınızı gündelik olarak öldürüyor. Siz müdahale etmezseniz sürekli öldürecek. Yani gittikçe etrafa yayılan ve müdahale edilmemesi durumunda çok daha geniş bir alana yayılması ihtimali bulunan yangın var. Filistin direnişi de işgalci siyonistleri geri adım atmaya zorlayacağını düşündüğü bir plan yaptı.
Savaşta stratejiyi düşmanın maruz kaldığı duruma ve şartlara göre şekillendirmeniz gerekir. Ama siz planınızı yaptıktan sonra düşmanın taktik değiştirmesi ve beklediğinizden farklı bir sonuç çıkması mümkündür ki tarihte bunun örneklerine çokça rastlanabilir.
Filistin direnişi de işgalcilerden yüzlerce kişinin esir alınması durumunda işgal hükümetinin en azından siyonist toplumun baskısına mazur kalacağını ve pazarlığa yanaşacağını bekliyordu. Ancak işgal rejimini yönlendiren ABD bunun Filistin direnişinin önünü açacağı, işgal rejiminin geleceğini de tehlikeye sokacağı endişesiyle, savaşın tüm külfetlerine katılma sözü vererek işgal hükümetini, kendi esirlerinin hayatlarını da riske sokacak bir saldırıyı tercih etmeye, siyonist toplumdan gelecek tepkileri de dikkate almamaya yöneltti.
İşgal rejiminin tüm canavarlığına ve katliamlarına rağmen, Aksa Tufanı karşısında o da çok ağır bir bedel ödemek zorunda kalmıştır. Şimdiye kadar girdiği savaşların hiçbirinde bu kadar büyük kayıp vermemişti. Üstelik işgal hükümetinin başbakanı Netanyahu savaşın başlangıcında belirlediği Gazze’yi kontrol altına alma, direnişi oradan çıkarma ve esirleri kurtarma hedeflerinden hiçbirini gerçekleştirememiştir. Askeri ve ekonomik açıdan büyük kayıplar verdiği gibi normalleştirme amaçlı diplomatik ve enformatik savaşında da onlarca yıl geriye gitmiştir.