AHMET BALKAYA - YORUM - 26 Şubat 2024 Pazartesi

AHMET BALKAYA - YORUM - 26 Şubat 2024 Pazartesi

AHMET BALKAYA - YORUM - 26 Şubat 2024 Pazartesi


Demokrasi hakkında şunları da göz önünde bulunduralım. Demokrasi buhranda. Batı buhranda. Hatta buğran-ı âzamda. Depremde sarsılan, çökmesi an meselesi olan muhteşem bir gökdelen gibi. Adaletin, insânî değerlerin, ahlâkî ilkelerin yegane savunucusu demokratik batı artık yolun sonunda. Demek demokrasi mutlu bitmeyen bir maceraymış. Hristiyan-yayudi kültürünün ürünü olan demokrasi, batılı ulus devletlerine mahsus bir deneydi. Halkın iktidarı deneyi başarılı olmadı. Batı halkı, demokratik iktidarıyla güya evrensel değerlerin temsilcileri olacaklarına inandı, daha doğrusu inandırıldılar. Gerçekte ise bu değerleri tanımayan, kötü niyetli zümrelerin maşaları oldular. Batı toplulukların sandıklara gidip seçtikleri kişiler şimdi Gazze’de keyfi bir şekilde insan öldürüyorlar. Batı halkları demokratik haklarını kullanarak sandıkla seçtiği kişiler önceleri de çok kez vahşet gösterdiler. Binlerce, onbinlerce değil, yüzbinlerce, milyonlarca insan öldürdüler. O zaman da adaletin, insânî değerlerin, ahlâkî ilkelerin temsilcileri olduklarını iddia ederek bunları yaptılar. Milyonlarca insan batı demokrasisine kurban oldu. Japon’lar, Kore’liler, Vietnam’lılar.. en çok Müslümanlar demokrasinin kurbanı oldu. Bu hakikat karşısında bir insanın, özellikle bir Müslümanın demokrasiyi benimsemesi, hatta onu savunmasını nasıl değerlendirmek gerekir?
Bu üç ihaneti içinde barındıran, görünmeyen ama aslolan bir ihanet vardır. Bu da Müslüman Türklerin demokrasiyi benimseyip kendi kendilerine ettikleri ihanettir. O batıya iman etmiş müridler, sivil ve askerî oligarşi, yani beşinci kol, hem terör estirirdi hem demokrasi adında anlamadıkları bir şeyden zırvalayıp dururdu. Cumhurbaşkanı bu teröristleri durdurdu. Korku rejiminin failleri hamam böcekleri gibi deliklerine sıvıştılar. Ama esasen ne oldu? Erbakan hoca Türkiye’nin dümenini İslâm’ın istikametine, sırat-ı müstakime çevirdi. Ama düşmanını yeterince tanıyamadı, küfrün Türkiye’de ne derece kökleşmiş olduğunu o bile fark edemedi. TBB başkanı Kâfir Özgen anahtar kelime ‘şeriatı’ devreye soktu, Erbakan hocayı tecrit tema kampanyası başladı. Erbakan ne cumhurbaşkanıydı ne de tek başına başbakandı. Demirel ve Çiller gibi İslâm ve Müslümanlıkla alakasız kişilerle birlikte iktidardaydı. Küfür oligarşisi tüm düğmelere basıp Erbakan’ı tecrid etme hamlesine girişti ve laikliği koruma, şeriat ve irtica tehdidini önleme gibi safsataları propagandalarının ana konusu yapmıştı. Kâfir Bir tanklarla hükümete gözdağı vererek ‘demokrasiye balans ayarıdır’, ve Kâfir Erkaya ‘irtica, PKK’dan daha tehlikelidir’ şeklinde afkurdular. Erbakan’ı irticacılık ile yaftalama ve iktidardan tecrit etme hamlesi, Erbakan’nın istifasından sonra yerine sünepe Mesut Yılmaz’ın getirilmesiyle sonuçlandı. Durumu fırsat bilip Kâfir Savaş Refah Parti’yi de kapatmaya girişti. Bu süreçte küfür oligarşisinin en önemli propaganda araçları olan TOBB gibi birçok STK’lar 17 yıldan beri hâlâ aynı hıyanete devam ediyorlar. Gelelim Müslümanların demokrasiyi benimseyerek kendi kendilerine ihanet etmelerine. Göründüğü gibi diktatör oligarşi de, alay ederek olsa da, demokrasinin savunucusu olduğunu, demokrasiyi İslâmi irticaya karşı müdafaa ettiğini iddia ediyor. Müslümanlar ise, bu oligarşinin vesayetçi yalancı demokratlardan ibaret olduğunu, İslâm’a ve Müslümanlara düşmanlık ettiklerini, ve böylece demokrasi, insan hakları ve özgürlüklere zarar verdiğini iddia ediyorlar. Müslümanların o savundukları kavramlar Filistin’i insan mezbahısına çevirip yaptıklarını canlı yayında gösteren ve aynı zamanda demokrasi, insan hakları ve özgürlüğün savunucuları olduklarını iddia eden, ama insanlıktan çıkmış batılıların nakaratındaki kavramların aynısı değil mi? Müslümanlar Kur’an, Sünnet, hilafet ve şeriatı savunmaları gerekirken batının çoktan terk ettiği söylem ve fikirlerini savunarak mı İslâm’a ve Müslümanlara sahip çıkmak istiyorlar? Artık idrak etmeliyiz ki batıdan aldığımız kavramlarla zihnen ve fiilen kendi kendimizi bile bile, göz göre, bize apaçık düşman kesilmiş toplulukların vesayeti altına giriyoruz. Dürüst olmalıyız, samimi olmalıyız, Müslümanım derken bu iddianın hakikaten neresindeyiz? Farkında olduğumuz çelişkilerle nereye kadar yaşayabiliriz? Bu soruların cevabı ve niyetimiz üzerine her ailede, her cemiyette, her cemaatte, her ortamda konuşmalıyız ki, devletimiz ne istediğimizi bilsin ve ona göre şekil alsın.

 

28 Şubat darbesi ve üç büyük ihaneti! | Yusuf Kaplan (yenisafak.com) Bu yazı üzerine bir yorumudur...