Abylaikhan Yessimkhanov - ŞUUR YOLUNDA… - Kazakistan - 05 Eylül 2024 Perşembe

Abylaikhan Yessimkhanov - ŞUUR YOLUNDA… - Kazakistan - 05 Eylül 2024 Perşembe

Abylaikhan Yessimkhanov - ŞUUR YOLUNDA… - Kazakistan - 05 Eylül 2024 Perşembe


İsmim Abylaikhan Yessimkhanov. Kazakistanlıyım. Allah’ın izni ile sene 2006 aralık ayının 28’inde Kazakistan’ın güneyinde bulunan Çimkent şehrinde dünyaya geldim. Ailemizdeki 7 kardeşin beşincisiyim. Üç ablam bir abim ve benden, biri erkek, diğeri kız iki küçük kardeşim var. Ticaretle uğraşmış olan babam emekli, annem ise ev hanımıdır. İki ablam üniversitelerini bitirip şu an iş hayatlarına başlamış durumdalar. Küçük ablam ve abim ise üniversite eğitimlerine devam etmekteler. Küçük erkek ve kız kardeşlerim henüz ilk okul talebeleridir. 

İsmimin nereden veya ne anlama geldiğini merak ederseniz, 18. Asırda Kazak hanlığının Hanı (yöneticisi) olan Abylai Khan’a hürmeten, O’nun ismini bana vermişler. Khan - Kazak göçebelerinin dağınık hayatlarını düzeltme adına ve sürekli kazak köylerini soyan Çinin büyük ordularına karşı bütün müslüman kazakları bir araya getirip, DZUNGAR denilen bu düşman tayfasını dünya haritasından silen çok cesur bir Padişahtır.

İlk ve orta okul eğitimlerimi birkaç farklı okul ve sınıflarda aldım. Hem sınıf ortamı, öğrencilik hayatımızı çok yüksek derecede etkiliyor olması nedeni ile, hem de orta okulda yatılı İHLAS Hafızlar hazırlama merkezi’nde eğitim görmek amacıyla, medresedeki bir yıllık yatılılık dışında, gündüzlü olarak 5 farklı sınıf ve 3 farklı okul değiştirerek eğitimimi tamamladım. 

Çocukluğum çok heyecanlı ve renkli geçti diyebilirim. Babamın sürekli spor ve sanat alanında tecrübeli ve deneyimli olmamızı istemesi sayesinde Judo, boks, yüzme, satranç, mental aritmetik vb. kurs ve kulüplerinde eğitim aldım. 

Medrese eğitim dönemleri, benim için hayatıma çok büyük katkılar sağlayan heyecanlı senelerden oluşmuştur. Hem dini, hem felsefi ilimler görmemizin yanı sıra güzel ortamda bir çok neşeli arkadaşlar ve kardeşler edinebildik. Bunların birçoğu ile halen bağlarımızı sımsıkı tutmaktayızdır. Aynı medresede derslerimizi alırken bizden büyük abilerimizin daima bir sınav için çaba göstermeleri dikkatimizi çekiyordu. Onlara bu merakımızdan bahsettiğimizde ise Türkiye’de eğitim almak için bir sınava hazırlandıklarını ve o sınav için çok çalışmaları gerektiğini söylüyorlardı. Ancak ilk Türkiye merakım, buradan kaynaklanmıyordu. Tarih kitaplarını ve ilgili makaleleri okumayı çok severim. Özellikle Türk tarihine ve kültürüne olan merakım bambaşka idi. Her sene Türkiye’den farklı farklı hocalarımız ve alimlerimiz medresemizi ziyaret etmeye gelirler idi. Onların Kazakistan gençlerinin doğru yolda yetiştirilmeleri adına katkıları paha biçilemezdir. Türkiye’de daha kaliteli eğitim görmek mümkün olduğunu öğrenince, daha o yaşlarda kendime hedefler belirlemeye başladım. 

Babam çok beklediğimiz sınav tarihlerinin belli olduğunu söyledi. O aylar yaşadığım heyecanı size anlatamam. 2019 yılında Türkiye Diyanet Vakfı(TDV)’nın sunmuş olduğu Proje uluslararası İmam Hatip okulları başvuru sınavına girdim. Sonuç birkaç ay içerisinde belli oldu. Sonuçları öğrendiğim akşamı çok iyi hatırlıyorum. Unutamam da. Babam, biz akşam yemeğini hazırlarken yanına çağırdı. İlk  başta neden çağırdığını anlayamadım. Yanına oturmamı istedi. Tabii ki de sonucu hemen söylemedi. Ama yüzünde, içinden mutlu olduğunu gösteren bir tebessüm vardı. Biraz bana tavsiyelerde bulundu. Kısa bir muhabbet sonrası benim okula kabul edildiğimi söyledi. Ben de neden bahsettiğini hemen anlayamadım. Bir anda, aklımdan geçen: “Mümkün değil, olamaz!” sözleri yankılandı. Mutluluğumdan ona sımsıkı sarılıp ağlayıverdim. Uzun uzun sarılıp, bir süre daha geleceği konuştuk. 

2019 yılı Eylül ayının 24’ü Çimkent şehrinden İstanbul Havalimanı’na, oradan da aktarma yaparak Kayseri’ye ulaştım. O an yaşamış olduğum heyecanı bir daha hayatımda yaşamış değilim. Henüz 12 yaşımda olduğuma rağmen neden bir türlü korku veya hüzün hissetmediğimi halen anlamış değilim. Yeni hayata atmış olduğumuz adımın heyecanından ve üstlenmiş olduğumuz büyük görevin ciddiyetinin farkına varıyor olduğumuzdan dolayı artık düşünme şeklimizi de değiştirmemiz gerektiğini anlamıştık diye yorumluyorum.

Havaalanında birkaç üniversiteli abla ile bizi bekleyen Türkiye Diyanet Vakfı Kayseri uluslararası Şehit Ömer Halisdemir AİHL koordinatörü Adem Ayık, Erciyes Üniversitesi TDV Koordinatörü Suna Çelik ve Kazakistan’lı 12. sınıf öğrencisi Mustafa Sungur abimiz karşılamaya gelmişlerdi. 
Yurda geldiğimizde giriş kapısında hiç beklemediğim bir durumla karşılaştım. Hayatımda daha önce hiç görmediğim ve tanımadığım farklı farklı ülkelerden 15 abimizin beni karşılayıp selamlaşarak, sarılmak için beklediklerini gördüm. O anda burada kendimi hiçbir zaman yalnız hissetmeyeceğimi iyice anladım. Dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen farklı farklı kardeşlerimizi gördüğümde onların her birinin, çok güçlü ortak bir noktası olduğunu gördüm. O da, Kur’an-ı Kerim’de geçen “İnneme’l-mü’minûne ihvetün” (Müminler ancak kardeştirler) ayet-i kerimesi idi. Tenlerinin, saçlarının, gözlerinin, dillerinin bu kadar farklı olmaları, herkesin bir aile gibi beraberce büyüyüp yetişmelerine engel değildi. 

Çok farklı kültürlerin bir araya gelmeleri çok büyük bir nimettir. Her ülkenin, özüne has ve acayip kültürleri vardır. Onların tarihlerini ve tecrübelerini öğrenmek ileri derecede değerli ve zevkli bir iş idi. Lise dönemlerimizde birçok sıkıntılar yaşadık. Ne türden zorluklarla karşılaşırsak karşılaşalım, ama her zaman beraberce birbirimiz için çözüm arıyor ve birlikte sabır ediyorduk. O ortamın benim için kattığı ve kazandırdığı değerler sayısızdır. 

Lisede iken mezun olmak üzere olan abilerimizi izlerken çok hayranlıkla bakardık onlara. Onların geleceğe attıkları adımları, yaptıkları hazırlıkları izlerken hayallere dalar, gelecekteki kendi mezuniyetimizi ve üniversite hayatımızı ve sonrasını çok merak ederdik. 

Eğitim süreci boyunca birçok Türkiye’li arkadaşlardan çok enteresan sorularla rastlaştık. Mesela, genelde sorulan sorulardan birisi “Neden eğitim hayatınız için Türkiye’yi seçtiniz?” olmuştu. Bu soruyu sormalarına, aslında derinlerde anlam veremiyordum. Onların düşüncelerinde, kendi ülkeleri olan Türkiye’nin sanki geride kalmış, ilerleyememiş bir ülke olduğu varmış gibi bir kanaat geldi, bize. Halbuki bu hiç te öyle değil. Dünya çapında çeşitli kurumların kaliteli eğitim verememesi konusu gayet yaygındır. Bu da, öğrencilerin okul dışında farklı eğitim ve tecrübe kaynaklarından ders almaları gerekçesini oluşturuyor. Günümüz dünyasında yüksek öğretim kurumlarının temel özellikleri olan öğretim yöntemleri dahi ne yazık ki pek sağlam değillerdir. O halde öğrencilerin kendilerini geliştirebilmeleri için çeşitli alanlarda tecrübe kazanmaları gerekmektedir. Bu açıdan da Türkiye’nin inanılmaz derecede ileride olduğunu görebiliyoruz. Ülkenin kendisine has olağanüstü tarihi ve edebiyatı, çok saygı duyulan alimlerini ve herkes tarafından hem sevilen, hem bilinen kültürünü değerlendirme fırsatını aklı başında bir genç asla kaçırmak istemez. 

Bu soruyu bize soran genç arkadaşlarımıza onların yurt dışındaki hangi ülkelerde eğitim almak istediklerini sorduğumuzda, geneli ya Avrupa ülkelerinden birkaçını sayar ya da yaşama standartları batı tarzı olan bir ülkede eğitim alma hayallerini anlatırlar. Onların tercihlerine ve amaçlarına kesinlikle saygı duymak zorundayız. Asla herhangi bir itirazda da bulunmayız. Halbuki bir müslüman gençleri olarak, araştırmaların bize verdiği istatistikleri dikkate alırsak, batı ülkelerinde eğitim görme amacıyla giden her 4 talebeden birinin, dininden tamamen uzaklaştığını görebiliyoruz. Bu nedenle bir müslüman olarak bir ülkede rahatça Cuma ve 5 vakit namazlarımı kılabiliyorsam, o ortam beni doğru yoldan uzaklaştırma etkisinde bulunmuyorsa ve eğitimimi de gayet rahat alıp kendimi geliştirebiliyorsam, bilhassa ne kendime ne de etrafıma zarar verecek durumum yoksa neden talebelik hayatımı böyle bir ülkede geçirmek istemeyeyim? Ama bu, bizim batı yazarlarının önemli eserlerini okumayacağımız anlamına gelmez. 
2019’dan bu yana 5 senedir Türkiye’de devam etmekte olan eğitim hayatımızdan kesinlikle memnunuz. Tabii ki birçok sıkıntılı dönemleri atlatarak şu anda bulunduğumuz yerde bulunuyoruz. Ama her şeyin sonunda yapmış olduğumuz tercihten asla pişman değiliz. Türk halkının bize sunmuş olduğu birçok imkanlar sayesinde büyük başarıları elde etmiş bulunuyoruz. Bu sebeple Türk halkına sonsuz şükranlarımızı bildirmek istiyoruz. Onların bize vermiş oldukları imkanlara, yapmış oldukları yatırımlara en yakın senelerde karşılık vermemiz kesinlikle borcumuzdur. Bu 5 sene sürecinde bizim Türk halkından görmüş olduğumuz misafirperverliği asla unutamayız.

Türkiye’de kendimizi çok farklı alanlarda geliştirebilmemizde birçok hocalarımızın epey katkıları var. Lisenin ilk senesinde tamamen Türk diline hakim olabilmemiz için derslerimizi Türk Dili ağırlıklı görmüşüzdür. Senenin ilk dönemi ise sadece dil dersleri işledik.

Derslerimizin yoğunluğu ve öğretmenlerimizin hem çok donanımlı hem çok tecrübeli olmaları sayesinde bir sene içerisinde gayet başarılı seviyede Türkçeye hakim olduk. Bu konuda Türk dili ve edebiyatı öğretmenimiz Sait Özer hocamıza minnettarız. Sait hocamız bizi, biz de Sait hocamızı çok ama çok severdik. Hocamızla nice güzel günler geçirmiştik. Hocamız bize dil dışında, şiirler okumayı, şarkı ve türküler söylemeyi öğretti. Özellikle de Türk kültürü ile ilgili birçok bilgiler edinmemize yardımcı olmuştur. 

Hayatımızı müthiş derecede etkileyen hocalarımız o kadar çok ki, her birinin bizim için ne kadar değerli olduklarını ayrıntılı şekilde anlatabilmemiz için bir cilt yazsak dahi yetmez. Onlardan biri de 11/12 sınıf Türk dili ve edebiyatı öğretmenimiz Ümit Şahbaz hocam. Bizim kişiliğimizin sağlam bir zemine oturabilmesi için yapmış olduğu katkılar sayısızdır. Geçirdiğimiz her bir dersimizi, hayata sanki yeniden doğmuş gibi kapatıyorduk. Her bir ders, ayrı bir macera konusu, ayrı bir hayat tecrübesi idi. Hocamız tam bir disiplin adamı idi. Giysisine, yürüyüşüne, duruşuna, konuşma tarzına maksimum dikkatle bakan bir beyefendidir.

Bizim okulumuzun aile ortamını en çok canlandıran Matematik öğretmenimiz Eyup Akbudak hocamızdır. Olmazsa olmaz etiketlemem gereken bu koca yürekli çok değerli hocamızı birçoğumuz manevi babamız olarak kabul etmişizdir. Hayatımıza kattığı o kadar çok, güzel anılar ve hissiyatlar vardır ki, hangi birinden başlayacağımı bilemiyorum. İlk sırada Ahlakı doğru öğrenebilmemiz olmak üzere, öğrenciler olarak aramızdaki birlik ve beraberliğimizin güçlü kalması için verdiği emekler asla boşa gitmedi. Hocamızın sürekli kitap okuma alışkanlığı vardı. Her ne zaman müsait bir vakit bulabilir ise kitabını açar okumaya devam ederdi. Bu alışkanlığına, bize, üniversite hayatında başladığını söylemişti. Kişiliği hakikaten yaşayan bir kitap haline gelmişti. Arabasında sürekli 40 tane kitaptan az bulunmazdı. Bize zaman zaman kendisinin okumuş olduğu kitaplardan hediye ederdi. Birçok arkadaşlarımızın da sürekli kitap okuma alışkanlığı edinmesine kendisi sebep olmuştu. Birlikte mezun olmuş arkadaşlarımızla veya abilerimizle bir araya geldiğimizde de, hep Eyup hocamızı arar, hatırını sorarız.

4 senedir her gün aynı okulda okuyup, aynı yurtta kalıp, aynı yemeği yiyip, hem mutluluğumuzu hem hüznümüzü paylaşıp, bir birimizi her konuda destekleyen arkadaşlarımızdan da bahsetmesem olmaz. Birbirimizi arkadaşlar olarak değil; ancak kardeşler olarak kabul ederdik. Dünyanın 4 tarafından edindiğimiz kardeşlerimizden birçoğu ile sadece kardeş değil sırdaş haline gelmiştik. 

  Onlardan biri Kazakistanlı Abduali Maden. Abduali benim için tam bir örnek haline gelmişti. Benim şu an bulunduğum halime gelebilmem için çok çaba sarf etmiş olan en yakın dostumdur. Evet, yanlış okumadınız; çok çaba sarf eden. Benden yaşça büyük olması nedeniyle bana karşı küçük kardeşi tavrında bulundu. Her nasıl bir konu olursa olsun beni yanlış anlamayacağından dolayı ona rahatça danışabiliyordum. O da bana zaman zaman sırlarını anlatırdı. Ona karşı çok derin bir sevgi ve saygı duyuyorum. 

  Olmazsa olmaz, anlatmam gereken çok neşeli Arnavut kökenli biraderim Enes Doda’dan da bahsetmeliyim. Enes ile lisenin ilk senesi aramız pek iyi değildi. Bir türlü anlaşamıyorduk. Ama aradan birkaç ay geçince ve içinde gizlenen melek gibi temiz kalbini fark edince kendimden çok utandım. Ve o an kendime söz verdim ki, “Bu kardeşim ile o günden itibaren çok güçlü dostluk bağını ahirete kadar  kurmaya ve korumaya çalışacağım” diye. O günden bugüne Enes ile inanılmaz yakın derecede yakın dostlar olduk. Enes’in kendine has çok ilginç bir huyu vardı. Neyi nasıl görüp anlıyor ve düşünüyor ise, hepsini dümdüz korkmadan ifade edebilen çok cesur bir kişiliğe sahip. 

  Lisede manevi kardeşlerimizle her geçen günümüz eğlenceli ve zevkli geçerdi. Özellikle ilk senemizde Türkçeyi daha yeni öğrenmekte olduğumuz günlerin tadı bir başka idi. Türkçe oldukça zor bir dildir. O esnalarda yaşamış olduğumuz bir çok komik hatıralarımız vardır. Mesela öğrencilerden biri öğretmene “hocam” kelimesi yerine yanlışlıkla “kocam” deyişi, veya “-lar, -ler” ekleri üzerinde ders işlediğimizde hocamız bu ekler üzerinde birkaç örnek verir misiniz deyince arkadaşlarımızdan biri dışarıdaki yağan yağmura işaret ederek “yağmurlar yağıyorlar” deyişi, ya da çok sevdiğimiz bir delikanlı arkadaşımız abilerden birine yardım etmek amacıyla “yardıma ihtiyacınız var mı?” ifadesi yerine “gerek lazım mı?” demesi gibi vb. yaşanan komik anılarımızdan çok vardı. Okulumuzla bağımızı asla kaybetmedik ve kayıp etmek de istemeyiz. Hocalarımızdan Allah razı olsun, her sene mezun olmuş arkadaşlarımızla okulda buluşabilme imkanlarını sunuyor ve bizleri hep davet ediyorlar.

İstanbul’a geldiğimizden sonra birçok daha müthiş hocalarımızla tanışıp, yeni örnekler edindik. Ramazan Bayramının yaklaştığı günlerde kendimi biraz yalnız hissetmiştim. Hem eski ortamı artık bulamayacağımı düşündüğümden dolayı, hem de yeni ortamda henüz çok kimseler ile kaynaşamadığımdan kaynaklı olabilir. Bayramı her halde tek başıma geçireceğim diye düşündüm. Belki bir yere çalışmaya giderim, belki derslere bakarım ya da kütüphanede zaman geçiririm diye planladım. Lisede çok yakından tanıdığım ve sevdiğim Masum isimli abim bayram sabahı bir bayramlaşma programının olacağını ve oraya da bizi davet etmek istediğini belirtti. Ben de üniversiteden birkaç arkadaşlarımla teklifi kabul edip Üsküdar merkezinde bulunan “Fütüvvet Vakfı”na gittik. 

O sıcak ortamda da Selahaddin E. Çakırgil ve Emir Eş hocalarımızla tanıştık. İlerleyen günlerde hocalarımızı ziyaret etmek üzere vakfa sık sık gelmeye başladım. Selahaddin Hoca bir gazetede yazarlık yapıyordu. Ve derin tarih bilgisi ve yorumları hemen dikkatimizi çekmişti. 

Ayrıca, sözünü ettiğim vakfın vâkıfı olan Emir Hoca ile birlikte sohbet etmeyi ve onun öğütlerini dinlemeyi de çok severim. Benim ve arkadaşlarımın her türlü sorularımıza cevap ve sorunlarımıza da çözüm bulmaya samimi olarak gayret gösterir. Her sohbetimizde kendimi tıpkı beyin fırtınası yaşıyormuşum gibi hissediyorum. Hayatımda kaçırıyor olduğum o kadar çok hassas noksanları, müthiş derecede anlatan; kendisiyle dertlerimizi rahat paylaşabileceğimiz bir dost/sırdaş ve hayatın şartları içerisinde bazan çok ağır gelen yüklerimizin çokça hafiflemesine sebep olan pek şefkatli bir hocamızdır. Allah kendisinden ebeden razı olsun.

Geçen günlerden birinde Emir Hocam bana ve arkadaşlarımıza vakıf dışında yemek ısmarladığında kendisi için sipariş vermediğini fark ettik. “Hayırdır hocam? Siz, yemek yemiyor musunuz” dediğimizde “Hayır, ben genellikle öğlen zamanlarında yemek yemiyorum. Lakin, dostlarımıza ne ikram ettiğimizi bilmemiz için sadece kalite kontrolü yaparım” diye cevap verdi ve küçücük bir dilim kadar aldığı yemeğin tadına baktı. Hocamızın böyle bir cevabı bizim çok ilgimizi çekti. Sonra her ne zaman hocamız bana ve arkadaşlarımıza yemek ısmarlarsa, kendisine yemek almadığını görmemiz artık normal hale gelmişti. Bu konu sürekli aklımda dönerdi ve uzun süre bir türlü cevabını bulamamıştım. Ancak, hocamızın bizim her ne yersek veya içersek her zaman masada bizimle beraber bulunması, bizim yediğimiz, nasıl bir yemek olursa olsun aynı yemeğin tadına sadece bir kişiden bakması, hocamızın her konuda bizden üstün olmasına rağmen bize çok mütevazı şekilde yaklaşmasıyla, bize göstermiş olduğu büyük değeri hissettirmesi, hocamıza beslediğimiz saygının daha da artmasına sebep oluyordu. 

Aradan vakit geçtikçe hocamızın bu tarz inceliklerini daha çok fark etmeye başladım. Mesela kul hakkı konusuna çok dikkatli bakması, vakıfın yönetimine ve harcamalarına aşırı titiz davranması bize büyük bir anlam ifade ediyordu. Hocamızın vakfın içinde büyük-küçük katılımlı programların yapılma esnasında, ağzından birçok kez “Gençler, bunlar ümmetin malıdır. Ümmetin malı konusunda, kendi malımızdan daha çok duyarlı olmalıyız!” sözlerinin tekrarlanması, bunların hepsi hocamızın her türlü kul hakkından sakındığına işaret ediyordu. Hocamızın bu inceliği beni çok etkilemişti.

Bazen düşüncelere dalıp kendime sorgularım. Acaba eğer ki Türkiye’de uluslararası bir ortamda eğitim alabilme imkanım olmasaydı; ben ne halde olurdum, nerelerde gezerdim ve neler düşünürdüm. Bu kısa bir süreliğine gelmiş olduğumuz dünyaya nasıl bir katkılarda bulunabilirdim. Acaba, bu dünyaya katkıda bulunmak her birimizin omuzumuzda taşımış olduğumuz bir görev ve borç olduğunu bilebilecek mi idim? Acaba, bize bırakılan emanetlere sahip çıkmamız gerektiğini ve bedeli her ne olursa olsun onu korumak zorunda olduğumuzu fark edebilecek mi idim? 

Uluslararası bir ortamda okumak ve yaşamak, ilk sırada bize dünyaya olan bakış açımızı değiştirmemize sebep oldu. Kendi ülkelerimizde rahat rahat, ailemizin arasında sevgi ve merhamet dolu ortam içinde hayatımızı yaşıyor iken, aynı dünyada ama farklı alemlerde yaşayan, beyinlerimizin içerisinde çizmiş olduğumuz sınırlar içerisinde milyonlarca masum kardeşlerimizin zor hayat şartlarının hiçbirinden haberimiz bile olmazdı büyük ihtimalle. Olsa da “bizim elimizden zaten hiçbir şey gelmez ki” diyerek asıl yapmamız gereken vazifemizi, hayati görevimizi gözden kaçırmış olurduk. 

Uluslararası bir ortamda dünyanın her tarafından bir araya gelip aynı sofradan aynı yemeği yiyip aynı binada 7/24 beraberce yaşamak, aynı gökyüzü altında aynı havadan nefes alıyor olmamız bizim sadece beyinlerimizin içinde çizmiş olduğumuz sınırları aşabilmemize neden oldu. İnsan kendini sorgulamaya başlıyor. Acaba ben de yanımda olan kardeşimin yerinde onun ailesinde hayata gelmiş olsa idim benim de hayat standartlarım onunla aynı olurdu. Burada söz konusunun çok büyük bir haksızlıktan ibaret olduğunu düşünce sahibi olan herkes anlayabilir. Neden o arkadaşım sadece orada doğup büyüdüğü sebebi ile bu zorlukları çekmeli? Bu tarz kafalarımızda dönen sorular yaşıyor olduğumuz dünyanın dehşet bir derecede haksızlıklarla dolu olduğunu anlamamıza vesile oldu. Tıpkı Allah’ın bizi bu ortamda bir araya getirerek “etrafına bak, bu nereye kadar devam eder, uyan artık” diyormuş gibi hissettiriyordu. 

   Ayrıca orada toplanmış olan her bir öğrencinin derdi hep tek ve aynı idi. Bu dünyanın kurulu olan haksızlıklarla dolu düzeni düzeltmek. Okulumuzdan mezun olup gitmemiz bizim kardeşlik bağlarımızı kopartmış olması anlamına asla gelmez. Tam tersine daha da güçlü bir hale gelmesine sebep olmuştur. Sınıf arkadaşlarımızla hep iletişim halindeyiz. Her biri Türkiye’nin farklı farklı bölgelerinde yüksek öğretimlerine devam etmektedirler. Şehir dışı seferlerimiz olunca gidiyor olduğumuz şehirlerde eğitim alan arkadaşlarımızı ziyaret edip hasbihal ederiz. Sürekli gelecekle alakalı görüşlerimizi ve planlarımızı birbirimizle paylaşırız. Bu da gelecekte aynı dünya görüşlerine sahip olan ve japonların meşhur deyimiyle söyleyecek olursak ortak ‘İkigai’ (hayata geliş amacı) ya sahip olan kişilerin gelecek projelerde daima işbirliği içerisinde olmalarını sağlar diye ümitleniyoruz.

Evini, ailesini, yurdunu henüz daha küçücük yaşlarda bırakıp başka bir ülkeye talebe olmak için gelen birileri olarak amacımızın bir hayat kurmaktan ibaret olmadığını ve büyük hedeflerimizi belirterek onların gerçekleşmeleri için mücadelede bulunduğumuzu ifade etmek istiyoruz. Parlak Geleceğimiz için binlerce kişiler tarafından ne kadar çabalar sarf edildiğinin farkına varıp, hepsinin hesabını vereceğimiz güne dek elimizden gelen bütün gayreti göstermeye devam edeceğiz. Bizden önceki büyüklerimizin ellerinden öpüyoruz. Bugün bizim burada bulunabilme imkanımız onların sayesindedir. Onlar, ellerinden geldiği kadar çabalarda bulundular. Artık sıra bize geliyor. Bizim asıl amaçlarımızdan biri, bizden sonraki nesillere bize bırakılmış olan emanetleri sağlam şekilde teslim etmektir. Gelecek ile ilgili beklentilerimiz ve hedeflerimiz çok büyüktür.

Dünyanın dünden bugüne daha adil olması adına gündüz gece ter dökmekle mücadelelerde bulundular. Biz de bugünden yarına dünyanın daha adil düzene kavuşabilmesi için bu görevi devralma yolundayız. Bu dava büyüklerimizle başlamadı ki onlarla bitsin. Her ne olursa olsun “Yalnız Allah’a ibadet eder ve yalnız Allah’tan yardım dileriz” 

Burada Kazakistan’dan Türkiye’ye gelen bir talebenin hayatından alınmış kısa bir otobiyografi metnini Adnan Yücel’in şu sözleri ile bitirmek istiyorum:
     
"saraylar saltanatlar çöker
  kan susar bir gün 
  zulüm biter 
  menekşeler de açılır üstümüzde 
  leylaklar da güler 
  bugünlerden geriye 
  bir yarına gidenler kalır 
  bir de yarınlar için direnenler."

 Abylaikhan Yessimkhanov