Geçen haftaki yazımızda, aynı inanç, fikir ve kavramlar etrafında toparlanan ve gelecek tasavvurları “Millî/İslâmî Nizam” ideali olan, kendilerini daha alt aidiyetlerle tanımlasalar da Rabbimiz tarafından sadece “Müslümanlar” (Hacc 22/78) olarak adlandırılan “dindar”, “inançlı”, “imanlı” büyük camiamızın her zamankinden daha fazla birlik olma potansiyeli taşıdığına inancımızı yinelemiştik…
Doğrusu Türkiye’deki ve dünyadaki gelişmeler, “Müslümanım” diyen herkesi birbirleriyle dostluklarını yenileyip pekiştirmeye zorluyor. Olup bitenler, müminin müminden başka velisinin/dostunun olmadığını hatırlatıyor. Esasen Yüce Allah, iman sıfatına uygun düşen tek velayet/dostluk yönünü Kur’ân’da müminlere gösteriyor; onların velî (dost, sırdaş, sahip, yardımcı) olacakları kimseleri de bir bir açıklıyor:
“Sizin veliniz (dostunuz, sahibiniz, sırdaşınız, yardımcınız) ancak Allah, O’nun peygamberi ve namaz kılan, zekât veren, rükua varan müminlerdir. Kim Allah’ı, Peygamberi ve müminleri veli/dost edinirse bilsin ki, galip gelecek olanlar, yalnız Allah’ın tarafını tutanların grubudur.” (Maide 5/55-56)
Seyyid Kutup der ki: Ayet kesin ifadelidir. Gerçekte işin böyle olması zorunludur. Çünkü sorun, özünde inanç sorunu ve bu inanca göre hareket etme sorunudur: Dostluğun bütünüyle Allah’a özgü olması için, mutlak anlamda O’na güvenilmesi için, “din” olarak sadece İslâm’ın benimsenmesi için, Müslümanlar ile İslâm’ı “din” edinmeyen, onu bir “hayat nizamı” olarak benimsemeyenlerin safları belirginleşmelidir. Müminler başkalarıyla velî/sırdaş olamazlar. Zira İslâm’ın hayat düzeninde iş birliği inançtan kaynaklanır.
İslâm’ın sırf isimden, sembolden, dille söylenen bir kelimeden, nesilden nesle geçen bir kültür mirasından ya da herhangi bir bölgede oturanlara özgü bir sıfattan ibaret kalmaması için, ayetin akışı birbirleriyle gerçekten velî olacak olan müminlerin belli başlı karakteristik özelliklerini açıklıyor:
“...Namaz kılan, zekât veren, rükûa varan müminler…”
Onların belirgin sıfatlarından biri namaz kılmaktır; sırf eda etmek değil namaz kılmaktan, eksiksiz eda edilmesi kastedilmektedir. Böyle namaz kılmaktan, Allah’ın şu ayette belirlediği sonuçlar doğmaktadır:
“Kuşkusuz namaz, insanı iğrenç/çirkin şeyleri yapmaktan ve kötülükten alıkoyar.” (Ankebut, 29/45)
Namaz kişiyi kötülükten ve çirkin şeyleri yapmaktan alıkoymuyorsa bu namaz dosdoğru kılınmamış demektir. Çünkü şayet Allah’ın söylediği şekilde kılınmış olsaydı, kuşkusuz onu bunlardan alıkoyardı.
Bir diğer sıfatları da zekât vermektir. Yani gönül hoşnutluğu ve isteğiyle Allah’ın emrine itaat etmek ve O’na yaklaşmak amacıyla malın hakkını vermektir. Kuşkusuz zekât yalnızca mali bir vergi değildir. O, aynı zamanda ibadettir. Bu da bir tarzda değişik hedefleri gözeten İslâm düzeninin belirgin bir özelliğidir…
Zekât, temizlik ve gelişmedir; Allah’a yönelik bir kulluk şekli olmakla ve beraberinde fakir kardeşlerine karşı insana güzel duygular ilham ettirmekle, vicdan temizliğini sağlar… Zekâtı alan fakirlerin gönüllerinde de güzel duygular uyandırır; zenginlerin mallarında kendileri için bir hak belirlemekle yüce Allah’ın kendilerine lütfettiğini anlarlar; artık zengin kardeşlerine karşı kin ve çekememezlik duygularına kapılamazlar. Zekât vermek, müminlerin hayatî işlerde Allah’ın şeriatına uyduklarını gösteren en belirgin özelliklerinden biridir. Bu, aynı zamanda her işlerinde Allah’ın otoritesini kabul ettiklerini de gösterir.
“…Rükûa varan müminler…”: Bu, onların karakteristik durumudur; sanki sürekli olarak asıl durumları (asil duruşları) budur. Bu nedenle ‘namaz kılanlar’ sıfatıyla yetinilmedi; buna daha genel ve kapsayıcı bir özellik eklendi. Zira onların en belirgin ve tanınan özellikleri budur: “(O’na boyun eğip) rükûa varanlar…”
Yüce Allah, kendisine güvenmelerine, O’na sığınmalarına, sırasıyla yalnızca O’nu, peygamberini ve müminleri velî edinmelerine ve tamamen Allah için oluşmuş saffın dışında tüm saflardan bütünüyle ayrılmalarına karşılık, müminlere yardım ve galibiyet vaat etmektedir: “Kim Allah’ı, Peygamberi ve müminleri velî edinirse bilsin ki, galip gelecek olanlar, yalnız Allah’ın tarafını tutanların grubudur.”
Bu galibiyet sözü, imandan kaynaklanan bir kuralın açıklanmasından sonra yer almaktadır. Bu kural; Allah’a, peygamberine ve müminlere yönelik velayettir(dostluk, sırdaşlık, yoldaşlık, yardımlaşma…).
Yüce Allah, kendi tarafını tutanların kalplerini sağlamlaştırıp, onları karşılarına çıkan engellerden kurtarmak ve Hak Dinini yeryüzüne yerleştirmek için Müslümanlara galibiyet vaat etmektedir…
Kaynak / Star Gazetesi