Dijital yayıncılık dünyasında maarif davamızı dert edinen www.maarifinsesi.com sitesi kardeşinize “okuma” üzerine sorular yöneltti. Kendimce cevaplamaya çalıştım… Kısaltarak sizlerle paylaşıyorum:
- Okuma nedir? Nitelikli bir okuma nasıl yapılmalıdır? Bir ‘’okur’’ tarifi yapar mısınız?
Okuma eylemi, “bir yazıyı meydana getiren harf ve işaretlere bakıp bunları çözümlemek veya seslendirmek”, “yazılmış bir metnin iletmek istediği şeyleri öğrenmek” şeklinde tanımlanıyorsa da gerçekte bir yazıyı, kitabı veya olayı, olguyu hatta kâinatı “anlamayı-kavramayı” ifade eder. İlk emri “Oku!” olan Kur’ân-ı Kerim’de “okuma” anlamına gelen “kıraat”, “tilavet”, “tertil” kelimeleri de anlamayı ve kavramayı içerir. Rabbimiz “oku” emriyle hem yazılı kitabı Kur’ân’ı hem de yazılı olmayan “kâinat kitabı”nı okumamızı (anlayıp-kavramamızı) istemiştir. Okumanın amacı ise, insanın kendini ve Rabbini tanıması, bilmesidir. “Kendini tanıyan Rabbini de tanır” denmiştir. Dolayısıyla “nitelikli bir okuma”, Kitabullah’ın “Yaratan Rabbinin adına (O’nu tanımak için) oku” ayeti (Alak, 96/1) başta olmak üzere bütün ayetlerinin rehberliğinde kâinat kitabını, kendimizi ve Rabbimizi tanıyıp-bilmeyi amaçlayan bir okumadır. Yunus Emre’nin dediği gibi: “İlim ilim bilmektir / İlim kendin bilmektir / Sen kendini bilmezsin / Ya nice okumaktır.” “Okur” da kendini ve Rabbini bilme-tanıma amacı taşıyan böylesi bir okumayı yapandır.
- Düşünce ile insan; iç terbiye ve davranış terbiyesi arasında nasıl bir ilişki kurarsınız?
Düşünmek, Allah’ın “kendi ruhundan üfleyip yarattığı” (Hicr 15/29; Secde 32/9; Sâd 38/72), “yeryüzünde halife (temsilci) kıldığı” (Bakara 2/29) ve “kerim (çok değerli, üstün)” (İsrâ 17/70) olarak nitelediği insanoğluna özgü mümeyyiz bir özelliktir. Kur’ân-ı Kerim düşünme, akletme ve anlama gibi eylemleri kalbe atfeder: “Onların kalpleri vardır, kalpleri ile aklederler.” (Hac Suresi 22/46) “Onların kalpleri vardır, anlayamazlar; gözleri vardır, göremezler; kulakları vardır, duyamazlar!..” (A’raf 7/179) “Şüphesiz bunda kalbi olan kimse için elbette öğüt vardır.” (Kaf 50/37) “Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerinin üzerinde kilitleri mi var?” (Muhammed 47/24) “Terbiye” kelimesi ise “rab” ile aynı köktendir. Rab, “mürebbi” anlamına gelir. Her şeyi yoktan var eden Rabbimiz, bizi terbiye etme hakkına da sahip olan yegâne otoritedir. Dolayısıyla içimizi-dışımızı terbiye edecek düşünce ve davranış kodlarımızı sadece O belirler; edep kitabımız olan Kur’ân ile.
- Kısaca çocuk, muallim, mürebbi tarifi yapabilir misiniz?
Mutlak mürebbimiz olan Rab Teâlâ’nın yarattığı tüm varlıkların ve insanın tabiatına koyduğu yasaları keşfetmek “ilim”, bu ilmi öğreten “muallim”, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a, kendimize, diğer insanlara ve eşyaya karşı görev ve sorumluluklarımızı talebelerin belleyip kuşanmalarını sağlayan ise “mürebbi”dir.
- Eğitim, öğretim, terbiye, talim kavramları sizin zihninizde nasıl bir Türkiye hayali uyandırıyor?
“Eğitim-öğretim” gibi amaçtan yoksun içi boş sözcüklerle şekillenen seküler bir eğitim sistemi değil, kendini ve Rabbini tanımayı amaçlayan “talim” ve “terbiye” gibi kadim değerlerimizi ifade eden terimleri merkeze alan bir “maarif nizamı” hayal ediyorum. İlim, irfan ve edep temeline dayanan bir maarif nizamını yeniden hayatımıza hâkim kılar ve yeni nesilleri bu nizama göre kemale erdirebilirsek, ülke ve millet olarak geleceğe daha güvenle bakabiliriz.
- “Anlamak, anlamlandırmak, düşünmek.” Ne kadar doğru yapabiliyoruz! Daha iyisi nasıl yapılabilir?
Eğer okuma, bilme, tanıma, anlama, kavrama, anlamlandırma ve düşünme gibi eylemlerimizde “akıl kılavuzumuz” olan Kur’ân’ı rehber edinmezsek, istiğnâ (kendini yeterli görme) duygusuna kapılabilir, abesle iştigal edebilir, yanlış yollara, istikametlere, izlere, izmlere kayabiliriz. Yunus’un dediği gibi: “Okudum, bildim deme / Çok tâat kıldım deme / Eğer Hak bilmez isen / Abes yere gelmektir.” Bu noktaya gelmemek için de şu dua çok sık okunmalı: “Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan Sensin Sen.” (Âl-i İmran, 3/8) Efendimiz (s.a.): “Ey kalplere yön veren Allah’ım! Kalbimi senin dinin üzere sabit kıl!” diye dua etmiş ve ardından bu âyeti (Âl-i İmran, 3/8) okumuştur (Tirmizî, Kader 7, Daavât 89, 124; İbn Mâce, Duâ 2)