ABDULKADİR TURAN - UMUDU KİME BAĞLAYALIM? - 24 Temmuz 2024 Çarşamba

ABDULKADİR TURAN - UMUDU KİME BAĞLAYALIM? - 24 Temmuz 2024 Çarşamba

ABDULKADİR TURAN - UMUDU KİME BAĞLAYALIM? - 24 Temmuz 2024 Çarşamba


Zaman zaman anlatırım ve şüphesiz aradan geçen yıllardan dolayı hatırlayabildiğim kadarıyla anlatırım:

Vakayı bizzat yaşayan hocadan dinlemiştim:

Ben, Mardin Müftülüğüne inen merdivenlerde ismi mahfuz hocayla karşılaştım: Selâmünaleyküm, dedim. Aleykümselam demeden “Kazandı, vallahi kazandı!” diye sevinçle adeta nara attı.

Seyda, kim kazandı, diye sordum. Reagen Reagen diye cevap verdi.

Seyda, bize ne Reagen’dan diye hem çıkıştım hem teskin etmeye çalıştım.

Öyle deme Hoca, sen bilmezsin o ne komünist düşmanıdır!

Yapma Seyda, hepsi Yahudi dostudur, dedim. Haydi oradan, deyip kalbimi kırarak bana çıkıştı ve yanımdan uzaklaşırken “Siz, hiçbir şey bilmiyorsunuz!” diye de söylendi.

Yıl 1984, ABD Başkanlık Seçimleri ve Mardin Müftülüğünün merdivenlerinde yaşanan bir vaka bu. ABD Başkanlık seçimlerinin sonuçları üzerine iki Müslüman, iki imam, neredeyse kavga ediyorlar ve bildiğim kadarıyla araları bir süre de limoni kalıyor.

Her iki hocayı da tanıyorum. Anlatıcımız, eski bir MSP’liydi. Meselenin düşünce tarafından kolay kolay taviz vermezdi. Diğeri günümüzde Yeniasya darbesinden kısa bir süre önce kasaba çarşısında yüksekçe bir yere çıkmış, imanın esaslarından söz etmek istemişti.

Kasabada tam bir Sol dernekler despotizmi yaşanıyordu. Konuşmaya henüz başlamış ki çatışma hâlindeki Sol gruplar onun karşısında bir olmuş, onu linç etmeye kalkışmışlar ve ancak akrabalarının müdahalesiyle ellerinden kurtulabilmişti.

Ne var ki samimiyeti ne kadar muazzam ise siyasi görüşleri o ölçüde sorunluydu. Birlikte olduğu Yeniasya grubu ne derse ona göre konuşurdu. Bu mahiyette içeride sıkı bir Demirelci idi. Ona göre Demirel desteklenmezse Türkiye, Solun eline geçerdi. Bu da imansızlığa destek anlamına gelirdi. Erbakan Hoca’nın da oyları böldüğüne inanmıştı ve ondan hiç hazzetmezdi. 1987 referandumunda şimdi gibi hatırlıyorum, Mardin Cumhuriyet Meydanı’nda sakallı hâliyle Demirel’in yanında boy göstermiş de halk, ondan pek rahatsız olmuştu.

Dış siyasette ise Sovyetlere karşı olma iddiasıyla sonuna kadar Amerika yanlısıydı. Ona göre, bu bir anitkomünist cephe ve Ehl-i Kitap dayanışmasıydı. Bu konudaki eleştirileri cehalet olarak tarif ederdi. ABD siyaseti içinde ise sıkı bir Cumhuriyetçiydi. Ona göre Demokratlar, bir tür gizli sosyalist idiler ve komünizme karşı mücadelede zayıf idiler. Bunun için daima Cumhuriyetçi adaylar kazansın diye dua etmek gerekirdi. Reagen’in kazanması da iman cephesinin bir zaferi gibi bilinmeliydi.  

Bu satırları okuyan genç okuyucular, dehşete düşse de bu bizim yakın dönem gerçeğimizdir.  

Demirel, 28 Şubat’ın patronu gibi davrandı ve 28 Şubat kararlarının devlet kararı olarak bilinmesinde en büyük katkıyı verdi. Onun döneminde Türkiye ile israil arasında hiç olmayacak kadar sıkı bir ilişki gelişti. Öyle ki genelkurmay başkan adayları dahi Burak Duvarı’na gidip Yahudi kipası ile poz verdiler. Ordunun üst kademesinde Yahudilere yakın isimler öne çıktı.

Dışarıda ise ABD, İslam düşmanlığını planlayan, finanse eden güç olarak ifşa olmakla kalmadı, dünyanın diğer güçlerini de İslam düşmanlığına yöneltti hatta zorladı. ABD, İslam’ı küresel olarak mücadele edilmesi gereken din olarak gösterip İslam’a karşı tam anlamıyla seferberlik başlattı.

Bütün bunlar yaşanırken o hocamız acaba ne hissetti? Nasıl bir bunalım yaşadı, tam bilmiyorum. Ama  Koronada vefat eden bu hocamız, Allah rahmet eylesin, sonradan görüşlerinin çoğunu terk etti. Demirel’in farklı yüzünü gördü mü, emin değilim. Ama onun seçmeni olmaktan uzaklaştı. ABD’ye duyduğu muhabbetten ise tamamen vazgeçti.

Bugün çoğumuz farkında değiliz. Ama aslında o hocamızın birer farklı versiyonu gibiyiz. Nasıl mı? Umudumuzu dışarıya bağlayarak… Bir kısmımız, Rusya güçlense de nefes alsak, diyoruz. Diğer kısmımız Çin’in dahi güçlenmesinden umuda kapılıyor.

Biden’in adaylıktan çekilip yerine kazanma ihtimali daha çok olan Kamala Harris’in geçmesi bile belki bazılarımızda gizli bir sevinç oluşturmuştur.  Zira Trump’ın bilinen tavrı farklı bir endişe oluşturmuştur.

Bireysel olarak bazı tercihlerimiz genel olarak ise taktiksel umutlarımız olabilir ama ya meselenin bütünü bu ise?

Biz Müslümanlar olarak kendimizi kurtardığımız bir handikaba son yıllarda yeniden düştük. Kendimizden çok, dünyayla ilgiliyiz. Bizdeki bir gelişmenin değil, dışarıdaki bir gelişmenin bizi kurtarmasını bekliyor gibiyiz. Bunun için hep birlikte kulağımız dışarıda, aralıksız bir takip hâlinde, bir umut peşindeyiz.

Düşmanın ihtilafı elbette İlahi yardımlardandır. Düşmanın ihtilafa düşme umudu da mukaddestir. Bu yönde çok dua etmek gerekir. Ne var ki (1) Küresel siyasette ABD’nin yerini Rusya ve Çin’e bırakmasının Müslümanların lehine olacağına dair düşünceler varsa büyük ihtimalle yanıltıcıdır. (2) ABD iç siyasetinde Harris’in gelmesi de çok şey değiştirmez. Belki Harris’in gelmesi siyonizmi daha da güçlendirebilir. İslam aleminde de liberal sol ile ABD arasındaki dayanışmayı artırır. Bu da bu grupların cesaret bulmasının önünü açar.

Trump, ise korkunç biridir. Trump’ın gelmesi yine Filistin’de mevcuttan korkunç katliamlar yaşanabilir. Netanyahu ondan bu cesareti alır. Lâkin Trump’ın gelmesinin, ABD’nin bölünmesini hızlandıracağı neredeyse muhakkaktır. Bundan daha yakın olan ise, Trump’ın siyonizm desteğinin Filistin’in uyandırdığı dünya vicdanının aksiyonlarına yeni bir boyut da kazandıracağıdır.  

Büyük ihtimalle 2019 ABD seçimlerinde olduğu gibi Yahudi lobisi, Harris’in yanında duracak. O da Biden gibi kayıtsız şartsız siyonistlerin hizmetinde olacak. Trump ise Yahudi lobisinin gözüne girmek için daha seçildiğinde olduğu üzere, Filistin’i Yahudilere teslim sözü vererek kendince Yahudi lobisine rüşvet verir gibi yapar. Yahudiler, bu ikisini bu şekilde yarıştırarak siyasetlerini ayakta tutarlar.

Hâlimiz ne acı, değil mi? Trump gibi bütün insani değerlerini yitirmiş bir zalim, mukaddes topraklarımızı Yahudiler gibi yine her tür insani değerlerini yitirmiş birilerine rüşvet diye veriyor. Trump düşmanlarını teskin için, Müslümanların imkânlarını kullanıyor. Daha önce İran tehdidine engel olduğu gerekçesiyle Suudi Krallığı ve Körfez Emirliklerinden milyar dolarlar koparmıştı. Bu kez de aynısını yapacağından kuşku yoktur.

Öyleyse,

(1) Dış güçlere tamamen umut bağlamak

(2) Dış güçlerden birinin kampında görünüp o kampta olmayan Müslümanlara hakaret etmek

(3) Dış güçlere dayanarak bölge gücü olma hayalleri kurmak yanlıştır.

Doğru olan, hep birlikte büyük arayışımızı sürdürmemizdir. Bunun yegâne yolu ise ihtilaflarımızı gündem etmekten uzaklaşıp ortak yönlerimiz üzerinde buluşmaktır.

Nûreddin Mahmud Zengî’nin Dımaşk’ı alıp devletleşmesinden sonra, bölge gücü hâline gelmesini sağlayan ana etkenlerden biri şudur: Kendisi sıkı bir Hanefi mezhebi mensubu ve Dımaşk’ı almasını sağlayan Necmeddin Eyyûb ve Şîrkûh kardeşler sıkı birer Şafiî olmalarına rağmen İsmailî olup Haçlılarla ve Bizans’la ilişkili sicili zaman zaman ihanetle anlatılabilecek nitelikte olan Fatımî Devleti ile doğru ilişkiler kurabilmesidir. Bu ilişki, Fatımî Devleti’ni kısa süre de olsa Haçlılara karşı mücadele cephesinin içine çekti. Daha doğrusu o devletin özellikle Nûreddin’de bulunmayan parasal imkânlarını mücadeleye aktardı. Bununla beraber Nûreddin’in İslam birliğini kurma hedefinin de başarıya doğru gittiğine dair düşmanda bir korku oluşturdu.

Ayrıntılarını ilgili kitaplarımdan okuyabileceğiniz bu hadise Bizans Kralı Manuel’in Halep yakınlarından aniden dönüp İstanbul’a kaçmasına, dönemin tarihçilerinden İbnü’l-Asakir’in ifadesiyle bir buğday başağı dahi zarar görmeden Haçlı-Bizans (Katolik-Ortodoks) ittifakının bozulmasına yol açtı.

Bugün de Trump, israil’e verdiği vaatlerin Müslümanlar arasında birliğe hizmet ettiğini görürse vaatlerinden cayar. Çünkü o da nihayetinde ABD’yi israil’e feda etmez hatta onun fikriyatının esasında bunun bulunduğu dahi söylenebilir.

Özetle umut, ABD veya Çin; Trump veya Harris değil, Müslümanlardır, Müslümanların kardeşliğidir. Müslümanların ana hususlarda buluşup ihtilaflarını gündem etmekten caymaları ve bütün dikkatlerini düşmanlarını alt etmeye vermeleridir.

O zaman düşmanımızın rüzgârı ne yönde eserse essin İslam rüzgârı elbette onu ters çevirir ve yeni bir dünyanın yapı taşları hazırlanmaya başlar.

 

https://dogruhaber.com.tr/yazar/dr-abdulkadir-turan/24445-umudu-kime-baglayalim/