Osmanlının son devrinde “Şark uleması” diye anılan Kürt ulemanın bir zamanlar, şöhreti İslam aleminin dört yanına yayılmıştı.
Diyarbakır ve Şehrizor (Süleymaniye-Kerkük havzası) çevresinden, Bağdat ve Şam’a; Mekke ve Medine’ye; oralardan Afrika ve Güney Asya’ya uzanan namlarıyla Müslümanların zihin dünyasında mühim mevkiye sahiptiler.
Abbâsî’nin son devrinde tarikata öncülük eden büyük Şeyh Sühreverdî ile İslam’ın ikinci beş yüzyılına damgalarını vurdular, aynı süreçteEyyûbî medreselerinde İslâmî ilimlerin tedvinine öncülük ettiler.
Henüz ilk günden Osmanlıdaydılar. Şeyh Edibali, Şam’da onların ilim havzasında yetişmişti. Osmanlı üzerinde etkisi tartışmasız Mevlâna, zahiri ilimleri Halep’te onlardan almıştı.
Orhan Gazi Devri Osmanlı medreselerinin kurucularındanTaceddin el-Kürdî deFatih’in hocası Akşemseddin de Fatih Medreselerinin kuruluşunda büyük yer sahibi Molla Goranî de onlardandı. Osmanlının şanlı ŞeyhülislamıEbûSuud Efendi de öyle.
Belki yanılıyorum ama görüldüğü kadarıyla EbûSuud Efendi’den sonra Osmanlı başkentinde daha az görünürken şanları Haremeyn’de yüceldi. Medine’de 17. Yüzyılda Ebû Hasan el-Goranî ile İslam’ın ikinci bin yılının ihya hareketlerinin fiili önderliğini üstlendiler. Şarktan Garba bütün İslam alemini etkilerken Güney Asya ve Afrika’nın Müslümanlaşmasına öncülük ettiler.
Osmanlının son yüzyılında,devletin sekülerleştiği bir süreçte, Şeyh Haldi-i Zülcenaheyn el-Bağdadî ile Müslüman toplumu cemiyet olarak ayakta tutmak özgün bir yol geliştirmeyi ve toplumcu İslâmî hareketlerin doğuşuna öncülük etmeyi başardılar.
Osmanlı, son devrinde pek çok önemli mevki için ulemasını onların arasından karşıladı. Ama Cumhuriyet’le birlikte bambaşka bir sürece girdiler. Bir kısmı, direnişlerinin simge ismiŞeyh Said ile birlikte darağaçlarına gönderildi.(Şeyh Esad Erdebilî de Menemen vakası bahanesiyle ölüme mahkûm edildi.)
Direnişlerinin diğer simge ismi Said-i Nûrsi hapisten hapse gönderilirkenpek çoğu Şam, Bağdat ve Kahire’de bir tür sürgün yaşamı yaşadı. Onların ardından Türkiye coğrafyasında sadece bir “bakiye” kaldı. O bakiye dahi Türkiye’de ilmi hayatı beslemeye yetti. Türkiye tarihinde onların tedrisatından geçmeden ilimde kendinden söz etmiş pek az şahsiyet vardır.
Ulemamız, son darbeyi Solun Kürtler arasında yer edinmesiyle yediler. “Ağaları öldürün, Şeyh ve Mollaları darmadağın edin!” diyen Sol, bölge üzerindeki etkisini artırdıkça ulema ile halk arasına mesafe girdi.
Alimlerimiz, sadece vaiz değillerdir, aynı zamanda bizim fetva makamlarımız ve hâlâ kadılarımızdır. Bölgenin insanı, hâlâ pek sorununu onlara götürür. Bu yönleri de olmasaydı daha da yalnızlaşırlardı.
Onlardan Seyda Seyyid Muhammed Şerif Uğur Batergizrî, sarf ve nahiv bir yana fıkıh ve kelamda yetişmiş büyük bir alimdi. Kader üzerine Arapça eser yazacak kadar hem kelami meselelere hem Arapçaya hakimdi. Medresesi her zaman açık meşhur bir müderristi.Merhum amcam FakiMıhamed’in da yanında ders gördüğü babası da yöremizin büyük alimlerindendi.
Aynı zamanda şeceresi muteber bir Seyyiddi ve tasavvufta da büyük Haznevîdergahındanmerhum Şeyh Abdülgani’ni halifesiydi. Ama İstanbul’un Kanarya semtinde yıkık dökük bir apartman dairesinde esnafın küçük yardımlarıyla medrese ve dergahını açık tutuyordu.
Onu o küçük medresede ziyaret ettiğimde “Şark uleması”nın Batılılaşmayla yaşadığı büyük yalnızlığı hatırladım. O, orada doğal ortamından uzaklaştırılıp kuru bir bozkıra dikilmiş bir ağaç gibiydi. Gölgesi yok değildi. Ama hepsi o kadar…
Sosyal zemine hitap etme endişesiyle biraz bitaraf durma kaygısı taşıyordu. Siyasete yaklaşırsa zeminini kaybedeceğini düşünüyordu. Sosyal zeminin içinde kaldıkça siyaset ona karşı duyarsız duruyordu.
“Yardım eden yok mu?” dedim. “Eh işte esnaf, birkaç teneke yağ, biraz pirinç, bir miktar para…” dedi.
Ve Perşembe günü (19 ocak) yöre alimlerinin mezarlık ziyareti adeti üzerine mezarlık ziyaretinde bulunmak için yolun karşına geçerken bir aracın gelip çarpmasıyla can verdi. Başında ilmî düzeyini gösteren sarığı, yaşına işaret bembeyaz sakalı ve tasavvuftaki konumuna işaret cübbesiyle gövdesi asfalta uzandı.
İstanbul’da birkaç kitabın muhtasarını okuyarak icazet alanlar, koca sarıklar dev cübbeler içinde ön ve arkalarında debdebeli bir toplulukla yürürken Seyda, bir dağ aslanı gibi yapayalnızdı, öyle can verdi.
Allah rahmet eylesin, cennette Ceddi Hz. Muhammed Mustafa’ya komşu olsun inşaallah.
Onun hikayesi, geleneği tavizsiz sürdüren ulemamızın son devir hikayesidir. Ulemamızın hikayesi, ümmetin hikayesidir.