ABDULKADIR TURAN - PROPAGANDAYA KARŞI NEO-SENTEZ EZİKLİK!...

ABDULKADIR TURAN - PROPAGANDAYA KARŞI NEO-SENTEZ EZİKLİK!...

ABDULKADIR TURAN - PROPAGANDAYA KARŞI NEO-SENTEZ EZİKLİK!...


Propaganda, güne göre bilenen keskin bir kılıçtır. Kalpleri, zihinleri darmadağın ederken üzerinde kan lekesi görülmeyen, kirli, zehirli bir kılıç!

Propagandaya karşı net bir tutum takınılmadığında muhakkak zehrini bırakır. O zehir, kılıcın sahibini “yüce” gösteren bir alışım gibidir. O kılıçtan darbe yiyen, kılıcının sahibinin etkisine açık hâle gelir.

İslam, insanın lehine İlâhî bir güvendir; insanı Rabbi, tabiat ve kendisi hakkında şuurlandırmakla yetinmemiştir. Onu zulme ve beşerî tahakküme karşı emanda tutacak hükümleri de getirmiştir.   

Beşeri yapılar, İslam’a karşı alanlarını sürekli genişletme çabasında olurlar. İçeride İslam’a karşı alanını genişletme çabasının erken dönem kanalı ise “örf”tür.

İslam, İlâhi ahkamla çatışmayan örfe izin verirken beşerî yapılar, bu izni suiistimal ederek İslam’ı sentezleme yoluna gidip alanlarını genişletmeye, İslam’ın insan lehindeki ahkamlarını etkisizleştirmeye çalıştılar.   

Bu ilk sentezlemenin neticesi, Müslüman toplum düzeninin çatısına saltanatın konması, Müslüman toplum düzeninin tabanı ailede ise kadının mağdur edilmesidir.

İkinci sentez dalgası, Batılı etki karşısında görülür. Bu kez İslâmî ilimlere vukufiyetleri zayıf Müslüman aydınlar, örfü de arkalarına alarak milliyetçi sekülerliğe karşı, bir tür örfi/kültürel Müslümanlık sentez savunusu geliştirdiler.  

Dış güçler, bu örfi/kültürel Müslümanlığı, İslam konusunda bir ödün olarak değerlendirip ona kısmen yol açtılar. Komünizmle mücadele günlerinde bu yaklaşım “sağcılık, sağ milliyetçilik” olarak siyaseten geniş bir tabana hitap eden ama öğreti olarak karmakarışık bir yapı olarak öne çıktı.

Allah rahmet eylesin başta Seyyid Kutub olmak üzere 20. Yüzyılın Müslüman önderleri, bu zihniyeti reddedip Müslüman kitleleri saf, pâk İslâmî anlayışa ve hareket tarzına davet ettiler. Onların bu mücadelesi, siyasal alanda zaferle sonuçlandı, İslâmî söylem, bir tür bağımsızlık kazanarak hızla sağın önüne geçti ve toplumun temsilcisi konumuna yükseldi.

Lâkin beşerî yapılar, duracak değiller. Bu bağlamda son devirde saf İslâmî anlayışa karşı örfi yapılar İslam’ın temsilcileri gibi öne çıkarılırken yeni bir sentez anlayış da geliştirildi. Batılı ifadelerle bu neo-sentez anlayışın erleri, bir dönem İslâmî mücadeleye yaklaşıp onun yükünü taşıyamayan kişiler arasından devşirildi.

Batı’nın özellikle liberal simaları; eserleri veya doğrudan görüşmelerle onlara yeni bir sentez anlayışın kabulleri için hoş karşılanacağını dikte etti.

Bu devşirme kesim, ilkin İslam’ın devlet nizamı yanını sorgulayıp onu hedeflemek gerekmediğini işledi. Ardından Batı’nın eğilim ve dışarıya açılımı doğrultusunda, İslam’ın medeni hukukuna karşı harekete geçti. Bu da Müslüman feminizmi gibi ucube bir yapı ortaya çıkardı.

Başında örtüsü var, konuşurken İslâmî kavramları kullanır ama “aile” gibi temel bir kurumda İslam’dan hiçbir şey duymak istemez, Batı’nın “son hâlini” esas alır ve İslâmî söylemi de o son hâle payanda yapar. Bu, ezik, kompleksli ve agresif bir sentezciliktir. İslâmî kesimle karşı taraf arasında mücadele alanı, aile hâline gelmiştir ve bu kesim, her ne zaman aile gündeme gelse Batıcı aldatılmışların yanında yer alır, onların gönüllerini okşayıcı, dindar kesimi rencide edici bir tutum takınır.

Son devirde İslam karşıtı propagandada şu yol izlenmektedir: Örfî yapılar İslam’la özdeşleştirilmekte, örfün bütün kusur ve günahları İslam’a yüklenmektedir. Ardından örfî çevrelerin kusurları ya da yanlış olmasa da çağın insanınca anlaşılması sorunlu yanları tespit edilir. O yanlar, önce bütün İslâmî kesimlere, sonra bizzat İslam’a mal edilerek siyasi hedefleri de olan oldukça stratejik bir yıpratma operasyonu başlatılır.

Net bir karşılık alması gereken bu ölçüde örgütlü ve sinsi propagandaya karşı neo-sentezci eziklikle verilen cevaplar, toplum zihninde İslâmî çevreleri yıpratmaktan ve o doğrultuda siyasi sonuçlar getirmekten öte bir işlev görmez.