ABDULKADİR TURAN - MÜSLÜMANLAR VE MODERNİZM-3 02.11.2022

ABDULKADİR TURAN - MÜSLÜMANLAR VE MODERNİZM-3 02.11.2022

ABDULKADİR TURAN - MÜSLÜMANLAR VE MODERNİZM-3 02.11.2022


Önceki bölümlerde, konunun çerçevesini çizmiş ve “modernizm”in doğuş noktası olmasına binaen Batı’nın modernizm serüveninden söz etmiştik.

Bu bölümden itibaren Müslümanların modernizmle ilişkisini ele alacağız. Modernizm, “yenilik”, “içinde bulunulan ana göre konumlanma” ve “dünyevilik”le yakından ilgili olduğundan öncelikle Müslümanların bu hususlar karşısındaki duruşunu ele alacağız. Ardından İslam dünyasında modernizm öncesi ihya hareketlerine değineceğiz. Ömer b. Abdülaziz ile başlayıp Şeyh Halid-i Şehrezûrî ile son klasik temsilcisini bulan ihya hareketlerini değerlendireceğiz.

İhya hareketlerinin ardından İslam dünyasında seküler “kurtuluş” hareketlerinin ortaya çıkması, tarihi bir öneme sahiptir. Seküler kurtuluş hareketleri, ihya hareketleri ile kimi zaman “modern İslâmî hareketler” de denen çağımızın İslâmî hareketleri arasında fetret devri akımları niteliğindedir. Hem onların hem akabinde bugünkü İslâmî kurtuluş hareketlerinin oluşumunun kavranması için, ihya sürecinin esastan ve bir bütün olarak ele alınmasını gerektirmektedir:

İSLAM VE İHYA

Toprağın tarıma elverişli hâle getirilmesi anlamındaki “ihya (canlandırma)” kavramı İslam tarihinde, esas yapısından uzaklaşan İslam toplumunun yeniden o yapıya kavuşturulması için kullanılmıştır. İhya’nın yerine “tecdid (yenileme)” kavramı da kullanılmış, ihya önderleri için özellikle tasavvuf ehli arasında “müceddid” denmiştir.

İslam’da mana ve madde, bir bütündür ve İslam, gücünü bütünlükten alır. Kur’an-ı Kerim, “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” emriyle başlamıştır. Devamındaki ayetlerde Yüce Allah, “O, insanı alaktan, yarattı. Oku, Rabbin en çok kerem sahibi olandır. O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir.” buyurmaktadır. Yaradılış ile inanç ve okuma yazma ile medeniyet arasındaki ilgi, bu ayet-i kerimeler üzerinde çokça düşünmeyi icap ettirmektedir.

Kur’an-ı Kerim’in ikinci sûresi Müddessir’in üçüncü ve dördüncü ayet-i kerimeleri, davayı yayma bağlamında “Rabbini yücelt ve elbiseni temiz tut!” emrini vermektedir. Bu iki ayet-i kerime, İslam’ın ibadet ve medeniyet bütünlüğünün adeta özetidir.

İslam’da maneviyat ve maddiyat iç içe ve denge hâlindedir. İslam, ilk asrında insanlığı bu iki yanıyla ileri bir noktaya taşımıştır. Müslümanların insanlık için önderliklerini korumaları da bununla mümkündür. Bu esas üzere Müslümanlar, dört hâlden birinde olabilirler: (1) Hem maneviyat hem maddiyatta ileride ve ilerleyişte olmak (2) Maddiyatta ileride iken maneviyatta geride olmak (3) Maneviyatta iyi görünürken maddiyatta geride olmak (4) Hem maneviyat hem maddiyatta geride olmak.

Müslümanlar, “imam ümmet”tirler. Dolayısıyla insanlığın öncüsüdürler. İslam medeniyetinin kemali (ideal hâli) hem maneviyat hem maddiyatta ileride ve ilerleyişte olmaktır. Diğer üç hâl, ihya/tecdid gerektirir. İhya hareketleri de bu ölçü ile değerlendirilmelidir.

MÜSLÜMAN TARİHİNDE İHYA HAREKETLERİ

Emevi Devri’nde Müslümanlar, maddiyatta yol alırken maneviyatta bazı gerilemeler yaşadılar. Maneviyatta yaşanan gerileme, maddiyata da yansıdı ve bu gerileme, birbiriyle iç içe, Müslümanların tepkisine konu oldu.

Ömer b. Abdülaziz, İslâmî ölçüleri dikkate alarak tepkilerin haklılığını kabul eden bir Emevî mensubudur. Asr-ı Saadet’i esas alarak ihyaya yönelmiş; israfı, ekonomi ve hukukla ilgili adaletsizlikleri gidermeye dönük adımlar atmış, hadis ilmine özellikle önem vererek devletle Sünnet arasında uyumu yeniden tesis etme mücadelesi vermiştir.

Onun ıslahatları, İslam tarihinde ihyanın prototipi olarak kabul edilmiş, sonraki devirlerde ihya hep onun ıslahatları ile değerlendirilmiştir. Oysa hilafet süresi sadece iki buçuk yıldır ve bu süre, devleti pek çok yönden arındırmaya yetmişse de devlete yeni bir yön vermeye yetmemiştir. Bundan dolayı, onun hilafeti, güzel bir rüya gibi kalmıştır. Neticede dünyevi olarak çok başarılı ama dünya işlerine de doğrudan yansıyan mana bakımından tepkilerin hedefinde olan Emevî yönetimi kısa sürmüş, onun hilafetinin ardından sadece otuz yıl ayakta kalmıştır.

Müslümanlar, onun ıslahatlarının kalıcı olmaması üzerine yeni bir arayış içine girmişlerdir. Bu arayış, Şarklı Müslümanların da desteğiyle Abbâsî hanedanını getirmiştir. Ne yazık ki Abbâsî hanedanı, mana ve maddede ileride ve ilerleyişte olma mükemmeli arayışındaki Müslüman ulemayı........