Müslümanların modernizmle ilişkisinin anlaşılması, modernizmin Batı’daki serüveninin anlaşılmasını gerektirir. Bu doğrultuda, bu bölümde modernizmin Batı’daki gelişimini anlaşılabilir bir bütünlük içinde anlatacağız.
MODERNİZMİN ARKA PLANI
Batı’yı modernizme taşıyan sürecin, yüzyıllara yayılan ve başlangıcı doğrudan İslam dünyası ile ilgili bir gelişimi söz konusudur. Süreç, İslam dünyasıyla ilişkili başlamış lâkin Batı gerçekliğinde yol almıştır.
“Modernizm” kavramı ilkin, Batı’nın paganlıktan Hıristiyanlığa geçişi için kullanılmıştır. “Aydınlanma”dan sonra ise kavram Hıristiyanlıktan kopuşu ifade etmiştir. Dolayısıyla modernizmin bir yanı, Batı’nın Hıristiyanlaşma sürecine; diğer yanı, Hıristiyanlıktan uzaklaşmasına bakmaktadır.
Miladi 5-6. yüzyıllarda Avrupa’da yayılmaya başlayan Katolik Hıristiyanlık, Avrupa’yı tek inanç etrafında bütünlüğe kavuşturdu.
Katoliklik etrafında birlik, Batı’daki iç çatışmaları ve çatışmaların tahribatını azalttı. Bu, dindarlaşmanın nüfusu artırması tabii etkisiyle de bütünleşince Batı nüfusu hızla arttı ve bu nüfus, Katolik Batı’nın dışına taşma eğilimi gösterdi.
Batı’nın Hıristiyanlaşma süreci devam ederken 711’de Endülüs, İslam ordularınca fethedildi. Katoliklik, İslam’a karşı savaşı üstlenince Batı’da Katoliklik etrafındaki birliktelik tahkim oldu ve bundan “Avrupa” doğdu. Ama paradoksal bir şekilde İslam medeniyeti Endülüs üzerinden, Hıristiyan Batı’nın zihin dünyasını etkilemeye başladı.
Katoliklik, kendisini İslam’ın etkilerine karşı korumak için hem inanç hem örgütlenme açısından fanatizme yöneldi. Bu fanatizm, Avrupa’yı İslam’a karşı dinamik tuttu.
Katolik fanatizmi, İslam’ın kıtanın kuzeyine açılmasını engelledi. Endülüs’te Müslüman birliğinin bozulduğu süreçlerde Katolik birlik, Endülüs İslam yurdunu daralttı. Medeniyette Endülüs’ün gerisinde kalmayan Sicilya ise 1091’de Katolikliğin istilasına uğradı.
10. yüzyılda Hıristiyan dünyası, ana hatlarıyla üç parçalıydı: Batı Avrupa’da Katoliklik… İstanbul merkezli Doğu Avrupa’da Bizans Ortodoksluğu… Güneyde de Mısır’dan İran içlerine kadar Müslümanların içindeki azınlıklar olarak inançta Bizans’tan ayrışan Ortodoks grupları…
Endülüs ve Sicilya kazanımları, birbirlerini tekfir eden Katolik ve Ortodoksların inançta olmasa da siyasal kaynaşmasında etkili olmuş olmalıdır. Farklı dinler gibi duran Hıristiyan yapılar, neredeyse Sicilya’nın Hıristiyanlığın eline geçmesiyle eş zamanlı olarak Anadolu Selçuklu Devleti’nin İznik çevresine yerleşmesiyle güçlerini birleştirip Haçlı Seferlerini başlattılar. Bu tarihî Hıristiyan birliği, İslam’ın mukaddes şehri Kudüs’ü, Katolik Hıristiyanların istilasına mahkûm etti.
Yine paradoksal olarak Avrupa’nın Endülüs, Sicilya ve Haçlı Seferleri üzerinden İslam’dan etkilenerek Katolikliği sorgulamaya başladığı ve bunun Hıristiyanlık içinde yenilenmeyi ifade eden Reformun önünü açtığı kabul edilir.
Avrupa’ya sıkışan Katolikler, esasen henüz Haçlı Seferlerine çıkmadan Kudüs’ü ziyaret amacıyla kıta dışına açılmışlardı. Haçlı Seferleri ise Katoliklerin ilk kez kıta dışına ve İslam’ın kalbine yerleşmelerine neden oldu. İstilacı Avrupalılarla merkez Avrupa arasındaki iletişim, İslam dünyasındaki gelişmiş bilginin Avrupa’ya taşınmasının önünü açtı.
Haçlı Seferleri, aynı zamanda Venedik gibi İtalya şehirleri başta olmak üzere, korsanlıktan para kazanan ve Müslümanlardan, gelişmiş ticaret şekillerini öğrenen yeni bir iktisadi sınıfın oluşmasına yol açtı.
Haçlı Seferleri, Batı’da kilisenin kontrolünde olmayan bir bilgi kaynağı ve yeni bir iktisat ortaya çıkardı. Bu iki sahada tekelini kaybeden kilise, zamanla zayıfladı.
Bununla birlikte Avrupa’da Katoliklik aleyhindeki gelişmeleri iki vaka hızlandırdı. İlki doğrudan, diğeri dolaylı olarak Müslümanlarla ilgilidir:
Eyyûbî Sultanı Melikü’l-Kâmil Muhammed, Türkistan ve İran’ı yerle bir eden Moğol tehdidini dikkate alarak Sicilya Kralı ve Alman İmparatoru II. Friedrik’i etkisine aldı. Sicilya eğitimli kralın gizli bir Müslüman olduğuna dair şayialar vardı ve imparator, Papalık ile çekişme hâlindeydi. Sultan, elçi olarak en bilge Müslümanları imparatora göndererek ve onu ödüllendirerek Batı’da seküler-kilise çekişmesini çatışmaya dönüştürdü.
Öte yandan Endülüs’ten Avrupa kıtasına yayılan ve İngiltere’de önemli bir varlığa ulaşan Yahudiler de adada Anglikanizm’in Katoliklikten ayrışıp yerleşmesine katkıda bulundular. Anglikanizm, Hıristiyanlık reformunun ilk somut neticesi kabul edilir.
10-15. yüzyılları arasında Hıristiyanlığın üç yapısı, İslam’la savaşmıştır. Katolik-Ortodoks Hıristiyan birliği, Haçlı Seferlerini başlatmış; Bizans’tan ayrılan Doğu Hıristiyanlığı da Moğol istilasının başlamasında etkili olmuştur. Bu süreç her ne kadar başlangıçta, Hıristiyanlığın lehine gibi görünmüşse de zamanla zayıftan güçlüye doğru klasik Hıristiyanlığın sonunu getirmiştir: Doğu Hıristiyanlığı, Moğollar lehine İslam’la çatışmasında neredeyse yok oldu. Bizans Ortodoksluğu, başşehri İstanbul’u kaybedince Moskova çevresine çekildi.
Katoliklik ise 15 ve 16. yüzyıllarda Hıristiyanlığa Amerika kıtasını, Afrika’nın bir bölümünü ve daha sonra Güney Asya’da Filipinler gibi bir ülkeyi kazandırdıysa da sonuçta dağılıp etkisizleşti. Dolayısıyla Hıristiyanlık, esas itibariyle İslam’la çatışmasında tükendi.
RÖNESANS, AYDINLANMA VE PROTESTANLIK
15 ve 16. yüzyıllarda özellikle Endülüs göçmeni ve sözde mühtedi Yahudilerin de etkisiyle Avrupa’da felsefe, edebiyat ve sanatta coşkulu bir yenilenme görüldü. Rönesans denen bu yenilenme akımı, düşünce ve sanatta ilk modernizm dalgası kabul edilir. Zira kelime anlamıyla “yeniden doğuş” anlamına gelen akım, güçlü bir şekilde Katoliklikten uzaklaşma işaretleri veriyordu. Özellikle eski Yunan ve Roma vurgusu, Batı’nın Hıristiyanlık öncesi dönemine dönüşünü ifade etmesi açısından önemli bulunmalıdır.
Lâkin Avrupa, Hıristiyanlıktan uzaklaşmaya henüz hazır değildi. Bunun için Katolik inancından kopuş, yerini Katolik cemaatinden kopuşa bıraktı. Bu bazı fanatik grupların oluşumu dışında büyük Protestanlık mezhebini getirdi. Böylece Hıristiyanlık, tarihinde üçüncü büyük bölünmeyi yaşadı.
Protestanlığın oluşmasında İslam’ın etkisinden söz edilir. 1546’da ölen Martin Luther başta olmak üzere ilk Protestan liderler, Avrupalılara neredeyse ayet ve hadislerle sesleniyorlardı. Ama “İslam’a benzeme” ithamı ile karşılaşınca şiddetli bir İslam düşmanlığına yöneldiler. Bu yönelişte mühtedi Yahudilerin Protestanlar içinde etkili olmalarının da etkisi yok değildir.
Oluşum sebebi ne olursa olsun, fanatik gruplar, Protestanlık ve ona karşı sınırsız Katolik tepkisi, Avrupa’da Hıristiyanlığı sadece bölmedi, aynı zamanda itibarını yerle bir etti. Hıristiyan karmaşa içinde İbn-i Rüşd gibi Müslüman düşünürlerin eserlerinden etkilenen seküler Avrupalılar, “Aydınlanma” denen süreci başlattılar.
17. yüzyılın ilk yarısında, 1618-1648 yılları arasında devam eden ve ölü sayısının sekiz milyonla dahi ifade edildiği Mezhep Savaşları, Hıristiyanlığın itibarını artık yerle bir ederken “Aydınlanma” ile öne geçen seküler düşünürler, elit sınıfın zihinsel hatlarını çizdiler.
Öte yandan Hıristiyanlar iç savaşta iken sözde “mühtedi” Yahudiler güç kazandılar ve Avrupa’nın zihni yapısını temelinden sarsacak, din birliği yerine kavim birliğini getirecek olan düşünceleri işlediler. Bütünleşik Avrupa yerine artık her kavmin tarihi ayrı ayrı ele alınıyor ve kavimlerle Hıristiyanlık arasındaki bağı çözecek tohumlar ekiliyordu.
Protestanlık, Hıristiyan cemaat bağlarını zayıflatırken sözde mühtedi Yahudiler için yaşam alanı oluşturdu. Zira sıkı Katolik bağlar içindeki Avrupa’da kimliğini Hıristiyan cemaat içinde gizlemesi neredeyse imkânsız olan Yahudiler, kilise bağlarının zayıf olduğu Protestan ortamda rahatlıkla Hıristiyan görünümlü Yahudiler olarak yaşayabiliyorlardı.
KALKINMA, SANAYİLEŞME VE TEKNİK
Katolik ruhbanlıkla yarış hâlinde olmakla birlikte dünyaya da bakan Protestan zahitlik, Avrupa’da yeni bir ekonomik kalkınma getirdi. Püritanizm denen bu zahitlik türü, “artık kapital (sermaye)” oluşturarak burjuva sınıfını daha da güçlendirdi.
Batı’daki bütün bu gelişmelere sömürgelerden gelen altın ve gümüşe hammadde imkânını da eklemek gerekir.
Neticede, genel olarak Katolik dönemde sosyal olarak güçlenen ve nihayetinde sömürgeler elde eden ama teknik olarak hep sınırlı kalan Avrupa, bütün aksiliklere rağmen büyük bir kalkınma sürecine girdi. Dünyevi yöndeki her kalkınma ise Katoliklik ve Hıristiyanlığı biraz daha zayıflattı.
Yahudi aklı, tüccar hırsı, Avrupa insanının çalışkanlığı, disiplini ve hiyerarşik bağlar içinde yer almaya yatkınlığı, başta Almanya olmak üzere zengin yer altı kaynakları, diğer ülkeler için ise sömürgelerden getirilen hammadde imkânı ile birleşince Avrupa’da yeni bir üretim süreci başladı. Bu da Sanayi Devrimi’ni getirdi.
17. yüzyılın ilk yarısından 19. yüzyılın başına kadar adım adım geliştirilen buharlı makineler Avrupa’daki yenilenmenin adeta simgelerine dönüştü. Tekstil makineleri ve su pompası gibi sınırlı bir alanda kullanılan buhar gücü, ilk gemi ve lokomotiflerin üretilmesiyle Avrupa’ya bambaşka bir hareketlilik getirdi. Garipsenmeyecek bir şekilde, Avrupa teknikte ilerledikçe Hıristiyanlıktan da uzaklaşıyordu. Bir bilgi kaynağı olarak kilise, sıradan Batılı için değil ama elit sınıf için tükenirken onun yerini “filozof” denen seküler bilgi üreticileri alıyordu.
Modernleşme; tekniğin ilerlemesi açısından ilk buharlı araçların üretildiği 18-19. yüzyıl Sanayi Devrimi; ilk elektrikli araçların üretildiği 20. yüzyılın eşiği ve ilk çeyreği; elektroniğin gelişmeye başladığı 1960 sonrası şeklinde üç safhada incelenebilmektedir.
SİYASAL MODERNLEŞME
Seküler bilgi, seküler iktisat, nihayetinde seküler bir siyasal düzene doğru yol aldı. 1789’daki Fransız Devrimi ile Avrupa’daki düşünsel ve teknik modernleşme en önemli siyasal kazanımına ulaştı. Fransız Devrimi ile Avrupa tarihinde ilk kez kilisenin kapısına kilit vuruldu. Din birliğinin yerini resmen kavim (ulus) birliği aldı. Kilise, bilgi üreticisi olmaktan uzaklaşırken laik akademiler büyüdü.
Modernizm artık bir siyasal rejimdi ve yeni yüzyıl artık bariz bir şekilde bir mühtedi Yahudiler yüzyılıydı. Bunda hiç kuşkusuz İngiltere’den Amerika’ya geçen ve günden güne Amerikan siyasetine de hâkim olan Yahudilerin payı da vardı.
19. yüzyılda bilim, teknik ve medya Yahudilerin eline geçtiği gibi Avrupa tarihinin ilk Yahudi kökenli başbakanları görülmeye başlandı. Yahudiler çok bariz bir şekilde Avrupa iç çatışmasından yararlanmış ve Avrupa modernleşmesine el koymuşlardı. Modernleşmenin onların eline geçmesi, süreci toplum düzeyinde de Hıristiyanlığın aleyhine çevirmiştir.
TOPLUMSAL MODERNLEŞME
Her şeye rağmen 19. Yüzyıl Avrupa’sında şehirlerin geneli ve taşranın tamamı hâlâ geleneksel Hıristiyanlık yaşamında direniyordu. Avrupa’nın sosyal görüntüsü Hristiyan’dı. Ancak 19. Yüzyılda Fransa’da ortaya çıkan sosyalizmin Alman Yahudileri maharetiyle Yahudilerin denetimine geçmesi ve onu yine Alman Yahudilerinin maharetiyle psikiyatrideki kontrolün izlemesi, sıradan Avrupalıyı Hıristiyanlıktan tamamen koparmaya başladı.
Fransız Devrimi’nin toplumu Hıristiyanlıktan koparmadaki etkisi, Marks ve arkadaşlarının faaliyetleri ile fabrika işçileri arasında olduğu kadar, Avrupa’nın en ücra köylerine kadar yayıldı.
19. yüzyıldan itibaren ideolojiler, kilise fikriyatının yerine tutarken psikiyatri de kilisenin ruhsal yanına rakip oldu. Liberal düşünürler, Avrupalıları bir noktaya kadar Hıristiyanlıktan koparmışlardı. Marksizm onları tamamen koparmaya başladı. Freud ve diğerlerinin rahibin yerine psikoloğu, ibadetin yerine keyiflenmeyi yerleştiren yaklaşımları kiliseyi sosyal ihtiyaç bakımından bir tür anlamsızlaştırdı ve iyice çökme noktasına getirdi.
SANATSAL MODERNLEŞME
Avrupa modernleşmesi, 20. yüzyılda edebî ve sanatsal akımlarla hem yeni bir safhaya ulaştı hem toplum zeminindeki yerini güçlendirdi.
20. yüzyılın başında ortaya çıkan Fütürizm, sanatta geçmişe tamamen sırt çeviriyordu. Aynı süreçte 1. Dünya Savaşı’nın getirdiği bunalımla da Dadaizm, sanatta bütün geleneksel kuralları yerle bir etti. Onları takip eden sürrealizm, sanatçının iç dünyasındaki her şeyi kurallara takılmadan dışa vurmasını savundu. Böylece sanatta bütün ahlak kuralları yıkıldı ve üstelik sanat, yeni basılı eserler, fotoğraf ve sinema üzerinden Avrupa’nın en ücra noktasına kadar ulaştı. Süreç içinde, 1792’de üretilen telgraf, yüzyıl sonra üretilen radyo ve 20. yüzyılda gelişen görüntü kayıtları sistemi ile her iletişim imkânı, sanatı daha geniş kitlelere yaydı. Sanat, Yahudi ekonomisi ve medyasıyla yol alınca sanattaki her gelişme, Avrupa’yı Hıristiyan maneviliğinden biraz daha uzak düşürdü.
Avrupa’da Hıristiyan ahlakı henüz 18. yüzyılda çökmüştü. Ona karşı Emanuel Kant gibi filozoflar aynı yüzyılda seküler bir ahlak inşa etmeye çalışmışlardır. Ama onların ürettiği ahlak, iktisadi ahlakla sınırlı kaldı.
İktisadi ahlak kendisini yasalarla garantiye alıp korusa da sanatsal modernleşmeyle birlikte Avrupa’da cinsel ahlak tamamen tarihe karışmaya başladı. 19. yüzyıla kadar tesettürlü gibi olan Avrupa kadını açılıp saçılırken 20. yüzyılda aile hayatı çöktü.
II. Dünya Savaşı’nın yol açtığı bunalım, Avrupa’daki ahlaki çöküntüyü doruğa çıkardı; Avrupa insanını tükenme noktasına getirdi.
Netice olarak Avrupa’da bilgi, teknik ve siyasal düzende iktidarını kaybeden Hıristiyanlık kendisini manevi bir disiplin olarak da koruyamadı.
Müslümanlar geç de olsa bundan dersler çıkardılar. Modernizmi tahlil ederken bunu hep göz önünde bulundurdular.