Mekkeli veya Yesribli, Ashab üretim kültüründen geliyordu. Mekkeliler tüccardı, Yesribliler tarım ehliydi. Kur’an, iki toplumu Medine’de İslam potasında buluşturdu, onlardan Medenî bir toplum inşa etti.
Medeniyet, üretim gerektirir. Üretemeyen medeniyet kuramaz, medeniyetini sürdüremez.
Yesribli Evs ve Hazrec’in kayda değer bir tarım ekonomisi vardı. Kureyşli tüccar Müslümanların hicretiyle Yesrib’de devasa bir pazar da oluştu.
Mağdur Muhacirler, ilk günden sığındıkları Ensar’dan kardeşleriyle birlikte tarım işlerinde çalıştılar, pazarlarda hamallık yaptılar ama hemen ardından ticarete yeniden başladılar ve onlarla birlikte artık Medinetü’n-Nebi (Peygamber Şehri) olarak Yesrib bir iman şehri olduğu gibi, bir ticaret şehri de oldu.
Resûl-i Ekrem salallahü aleyhi vesellem, Medine’de üretimi teşvik etti, sosyal yardıma muhtaç insan sayısını mümkün oldukça azaltma yönüne giderken üreten ve yoksullarla dayanışma hâlinde olan, önder Müslümanlar yetiştirdi.
Müslümanlar, fethettikleri coğrafyalarda da üretimi teşvik ettiler. Basra’nın bataklıklarını kurutup ekilebilir alanlara dönüştürdüler, Mısır’da Nil’in verimliliğini artırma yoluna gittiler.
Basra Valisi Abdullah b. Âmir, Afganistan’ın batısında yer alan Herat ve çevresini fethetti. Genç vali, bölgede Hint kültürünün etkisiyle o üretimden yana bir sorun görmüş olacak. Anlaşma metnine, vazifelerinde bırakılan yerel yöneticilere “idareleri altındaki toprakları ekip biçme” şartı da eklemiştir.
Üreten, tüketmek ister ve Müslüman olarak sevap kazanmak ister… İslam, bunun yolunu açmıştır. Kişi üretiyorsa bir miktarını kendisi harcayacaktır ve üretimi, onun sevap çeşitliliğini artıracaktır.
İşte bu noktada Kur’an, sevabı tercihi emr ve teşvik ederken keşinin dünyevi tüketimini sınırlandırır, israfı net bir dille haram kılar, ondan öte müsrifleri şeytanın kardeşi olarak tarif eder.
Söz konusu nitelendirme, Müslümanın hayat tarzının ifade edildiği İsra Sûresi’nde buyrulur: “Saçıp savuranlar ancak şeytanın kardeşidir!” (İsra Sûresi, 27).
Tüketmek, bir yaşam tarzıdır. Yaşam tarzınızı tüketim tarzınız belirler. Kimin gibi tüketiyorsanız onun ekonomi zihniyetine tabi olursunuz.
Kimin ekonomi zihniyetine tabi iseniz nihayetinde onun gibi yaşarsınız. Ona benzer görünürken hakikatte onun çalışanı/kölesi olursunuz. Müslümanca bir tüketim olmadan Müslümanca bir yaşamdan söz edilemez.
Müslümanlar, üretimi biliyorlardı, Resûl-i Ekrem’in öncülüğünde üretmekle dindar bir insan olmak arasında bir çelişkinin olmadığını öğrendiler, üretmeyi sürdürdüler ve onunla beraber Müslümanca tüketmeyi öğrendiler.
Yüzyıllar boyu Müslümanca hayat daha çok tüketim üzerinden izlendi, kişinin tüketim tarzına bakılarak İslam’ı ne kadar yaşadığı anlaşılmaya çalışıldı.
Ne yazık ki Müslümanlar, zamanla üretmeyi neredeyse tamamen unuttular, teknik üretimden çekildiler, kısmen kaldıkları tarımda da Medeniyetten uzaklaşıp kültür evrenine sıkıştılar. Bunun için dünyevi olarak uygar dünyanın gerisinde kaldılar.
Bugün ise henüz kendi üretim medeniyetleriyle yeniden buluşmadan sınırsız bir tüketime yöneldiler. Müslüman; inançta, aileyi yaşatmada çağa hükmeden melun zihniyetle savaşırken tüketimde melun zihniyete tabi olmak için yarışmaya başladı. Bu, inandırıcılığımızı mahfeden korkunç bir tutarsızlıktır.
Avami bir ifadeyle henüz gavur gibi üretemedik ama tüketimde gavurla yarışmaya başladık. Çalışma biçimimiz, onlar tarafından belirlenirken tüketimde gönüllü olarak onlara tabi oluyoruz, evlerimizi, iş yerlerimizi onlar gibi şatafatlı döşerken tatillerimizi de onlar gibi yapıyoruz.
Bozulma tam da budur. Ekonomimizi oluşturamayacak bir üretim ve kazandığımızı hemen bitirecek bir tüketim… Bu, tükeniş yoludur.
Dün, çok tüketmek sadece israfsa belki bugün ihanettir. Çağa uymak bizi mazur kılmaz, aksine bizi nihayetinde dinden koparır!
Yol, Müslümanca bir tarzla çok üretmek ve israfa kaçmadan tüketmektir. Öğrenmemiz gereken, yaşamamız gereken budur.
Sistemi bu yönde kurmadan ne nasihatlerimiz ne yakınmalarımız maksadına ulaşır.
https://dogruhaber.com.tr/yazar/dr-abdulkadir-turan/21528-dunya-nereye-gidiyor-ii/