ABDULKADİR TURAN - DEPREM BÖLGESİ İZLENİMLERİM...

ABDULKADİR TURAN - DEPREM BÖLGESİ İZLENİMLERİM...

ABDULKADİR TURAN - DEPREM BÖLGESİ İZLENİMLERİM...


Cibril Hadisi’nde İslam, iman ve ihsan bir arada anılmıştır. İhsan, “başkasına iyilik etmek”tir. Lâkin İslâmî iyiliğin üst bir yönü vardır. Cibril Hadisi bize bunu öğretmektedir:

Hz. Cebrail aleyhissellam, Hz. Peygamber salallahü aleyhi vesellem’e sorar: Bana ihsan hakkında bilgi ver?

Hz. Peygamber, cevap verir: (İhsan), Allah’ı görüyormuşçasına ona ibadet etmendir. Sen, onu görmüyorsan da O seni görüyor.

İslâmî iyilik, ihlas ile yapılmakla diğer iyiliklerden ayrılır. İslâmî iyilik, sadece ilâhî rızayı hedeflemekle başka iyiliklerden farklılaşır.

Kahramanmaraş merkezli deprem bölgesinde beş günü bulan ve üç günü sahada geçen seferimizde bir yanda yıkım gördük, öte yanda mü’mince bir tutumu. Musibete uğrayanlar hamd hâlindeydiler. Musibetin acısını azaltmaya yönelen mü’minler ise tamı tamına Cibril Hadisi’ndeki mana üzere ihsan hâlindeydiler.

Hâle bakınca insan, bir kez daha şuna tanıklık ediyor: Yaşam, musibetlerle maluldür ve İslam, o illete karşı biricik sığınaktır.  

İnsan bedeni hastalıklara açık olduğu gibi, coğrafya da musibetlere açıktır. Kimi yerde bu musibet kuraklıktır, kimi yerde kasırga ve sel baskınları, kimi yerde depremdir…

Biz, deprem bölgesinde deprem musibetinin yıkımına ve o yıkıma karşı, İslam’ın bir iyilik hareketi olduğuna şahitlik ettik.

İslam; iman ve ihsandır. Müslümanın imanı, onu iyiliğe yöneltir; onu iyilik eri yapar. Üstelik bu, karşılıksız bir iyiliktir ve bütün insanlığın takdir ettiği bir fazilettir.

Deprem musibetinin izalesine yönelik her faaliyet, adeta dile gelip şunu duyuruyor: İslam, yüce Allah’ın öğrettiği bir insanlık hareketidir ve Müslümanlar, iyi insanlardır.

HATAY’DA DEHŞETE DÜŞÜREN YIKIM

Seferimiz, İskenderun’dan başladı. Şehirde sahil tarafı yıkılmışken Amanos Dağı yamacında yoksul kesimin oturduğu semtler ayakta. Dağlar şüphesiz ki yeryüzünün sütunlarıdır. Ona sığınanlar selamette olur. Sahil yıkılmış; dağlık ve zorlu bölge olduğu gibi duruyor.

Geçmişte dağ yamaçları mekân, düzlükler geçim kaynağı olarak kullanılırdı. Modern sekülerleşme ile, insanlığın bu kadim tecrübesi yok sayıldı. İktisadi yarış içinde düzlükler, şehirlerle istila edildi, dağ yamaçları yoksul semtleri olarak kaldı. Yeni şehirlerin planlanmasında bu sapma, mutlaka terk edilmelidir.

İskenderun sahilinde AFAD’ın çadır kampına uğradık. Umut Kervanı Vakfı’nın aş çadırında ihsana bizzat tanıklık ettik. Kampta askerler su dağıtıyordu. Lâkin bir kadın bizi takip eden muhabirin kamerasını görünce birden bağırdı: “On günde bir su dağıtıyorlar. Onu da vermiyorlar. Bizi askere bırakmışlar. Asker, her şeye el koymuş!” diye seslendi.  

Her muhatabımıza ifade ettik: Müslümanlar adil şahitlerdir. Pek çok mağduriyetin yaşandığından kuşku yok ama kadının ifadeleri makul değildi. AFAD’ın kamp yetkililerine sorduk. Onun gibi beş on kişinin sürekli sorun çıkardığından dertli idiler ama bir o kadar da metanetli. Sonraki gün sosyal medyada Sol çevrelerin “Hatay’da su yok!” iddialarını görünce şaşırmadık ve hemen ardından, sahada hiç görmediğimiz AHBAP isimli yapının “Hatay’a su gönderdik!” yönündeki paylaşımları… Bizde “Musibet, siyasete alet mi ediliyor?” kuşkusu uyandırdı. Ama bizimki nihayetinde yüzeysel bir gözlem. Mesnetsiz ithamlarda bulunmaktan Allah’a sığınırız.

Hatay’a geçerken Amanos Dağları’na kurulu Belen ilçesinde yıkım oldukça sınırlıydı. Yapılar pejmürde olsa da dağ, beşerî yapıların korunmasına vesile olmuştu. Zannederim buradaydı: SAFA Vakfı’na bağlı Verenel Derneği, aşevi kurmuş, ihsanda bulunuyordu.

Bereketli Amik Ovası’nda vücut bulmuş Antakya’ya yaklaştıkça dehşete düştük. Modernizme kapılıp imaja odaklanan zihniyet üzere, dışı süslü ve görkemli ama inşası çürük yapılar bir yana, basit köy ve kasaba evleri dahi yerle yeksan olmuştu. Sağ kurtulan sakinler oraları terk etmemişlerse AFAD çadırlarını mesken edinmişlerdi.

Antakya merkezde ise öyle bir yıkım gördük ki bir tür küçük kıyamet. Umut Kervanı Vakfı, İskenderun’dan oraya uzanmayı yetersiz görmüş, orada da aşevi hazırlığındaydı. İhsan erleri; herkese insanlık dersi verircesine sabır ve vakarla çalışıyorlardı.

Hatay’da yaşananları anlatmaya kelimeler kâfi gelmez. Cennet köşesi diye ünlenen ama yüzlerce kişinin enkazı altında can verdiği, sekülerleşmenin abidelerinden Rönesans Rezidans’ın enkazı kaldırılmış, temeli olduğu gibi açıktaydı. Bir köşede eski sakinlere ait bir iki bilgisayar kalıntısı, fotoğraflar, bir iki kitap ve kamera, hâlâ yerinde duruyordu.

Oradan kadim Habib-i Neccar Camii Semti’ne giderken yol üzerinde yine AFAD’ın çadır kampına uğradık. Dikkatimizi ilk çeken Diyanet Vakfı’na bağlı aşeviydi. İstanbul Fatih’ten bir cami imamı, cami vakfı üzerinden bütün ihsanları organize etmiş. Diyanet İşleri de dönüşümlü olarak görevli tayin ediyormuş: Hepsi oldukça pozitif ve candan şahsiyetler. Camilerindeki hizmetleri başkalarına bırakıp acıları dindirmeye gelmişler.

Kampta, doktor muayenesi, oyun çadırı, gezici kütüphane gibi hizmetler vardı. Bu hizmetlerdeki görevliler, Diyanet mensuplarının kendileri için büyük bir moral kaynağı olduğunu dile getirdiler. Biz onlarla konuşurken farklı ihtiyaçlar için sıra bekleyenler oldukça mütevekkildi. Bize vaziyetin genelde böyle olduğu söylendi.

 Stok yapılıyor mu, diye sorduk: Genel bir koordinasyon sorunu olduğu, mağdurların bunu hissettiği, ama görünür anlamda bir stoklamanın gözlenmediği beyan edildi. Süreç uzun olacak ve mağdurlar, yarın öbür gün bu kuruluşlar giderse durumlarının ne olacağı konusunda endişeliler, bunun için küçük çaplı stokların anlayışla karşılanması gerektiği ifade edildi. Bu, önemli bir nokta: Yarın ne olacak?  

Gördüğümüz iki eksiklik: Hizmetlerin sürekliliği ile ilgili güven oluşturmak ve vaaz-irşad. İki eksiklik giderilirse kalpler sükûnete kavuşur. Sükûnet sadra şifadır.  

Diyanet ve başka kuruluşlar, bireysel destek birimleri oluşturmuşlar ama kitlesel vaaz neredeyse yok. Oysa mağdurların maddi kaygılarını gidermek gerektiği gibi, manen de onları güçlendirmek gerek. Sanırım, Solun sosyal medya hücumu bu noktada bir çekingenlik oluşturmuş. Bu, derhâl aşılmalı.

Varlığı Antakya’nın Hz. Ömer devrinde İslam ordularınca fethine dayanan kadim Habib-i Neccar Camii, restorasyondan daha yeni çıkmasına rağmen yıkılmış. Galiba sadece burası değil, bütün restorasyonlarda modernist imajcılık öne çıkmış ve modernizm, deprem karşısında dökülmüş. Değerlendirmede üzerinde durulacak bir nokta da kadimi ihya için tercih edilen modernist imajcı yaklaşımın çöküşü olmalı. Restorasyon asli gibi olmalı, maketsel değil.

Hatay meydanda heykelin yanı başında Beşir Derneği’nin ihsan çalışmasında bir gencin sarığı ile aş dağıtması, heykelciliğe rağmen iyiliğin devam ettiğine de dikkat çekiyor gibiydi.

Hatay’dan dönüşte bir daha İskenderun’a uğradık. Deprem mağduru bir ağabeyimizin akşam yemeği ikramı ısrarı görülmeye değerdi. İşyeri açıktı, ailesi uzaktaydı; kendisi ve çalışanları ise çadırda kalıyordu. Çadır, Pakistan Müslümanları tarafından gönderilmiş.

Akşam yemeğinden sonra, İHH’nın ihsanlarını yürüttüğü okula uğradık. İHH yetkilisi öğretmen, pek çok yakınını kaybetmiş. Okulun bahçesinde Özbekistanlı Müslümanlar, meşhur pilavlarını pişirerek mağdurlara ikram ediyorlardı: Ümmet, iyiliğe koşullanmış.

KAHRAMANMARAŞ TOPARLANIYOR

Hatay’dan Kahramanmaraş’a geçtik. Kahramanmaraş’ta da aynı durum var: Dağ yamaçları ve tepelerdeki konutlar sağlam dururken vadi zeminleri ve düzlüklere kurulu yapılarda içler açısı bir yıkım olmuş.  

Gördüğümüz kadarıyla Maraş belediyesi metanetini kaybetmemiş, yaralarını sarmak için oldukça aktif. Kent de Hatay’a göre oldukça canlıydı. Yıkımın az olduğu semtlerde dükkanların bir bölümü açılmıştı. Yıkımda az zarar gören semtler, çok zarar görenlere yardım etmeye başlamış! İman ve iyilik öylesine ikizler. Ama korkarım ki biz iyi anlatmayacağız da yeni kuşaklar bunu anlamayacak.

Umut Kervanı’nın çadırları oldukça geniş bir alana kurulu, muazzam derecede temiz ve düzenli. Farklı illerden gelen gençler, öğle yemeği için hazırlık yapıyorlar.

Maraş’tan Adıyaman’a geçerken Pazarcık’ta durduk. Üzerinde kurum isminin bulunmadığı çadırlarda kalan bir grupla ayaküstü sohbet ettik. Çadırların sivil toplum tarafından verildiğini söylediler ama ısrarımıza rağmen kurum ismi vermediler, dışlanmaktan da şikâyet ettiler. Etnik veya mezhepsel mi, diye sorduk. Net bir şey söylemediler. Kendimizi tanıttık ve adil şahitler olacağımızı beyan ettik, yine de net bir cevap alamadık. Diyaloga açık gördüğümüz bu insanların, kendilerini iyi ifade edeceklerini umduk, olmadı. Kürt Alevilerde üzüntü verici bir sinmişlik var.

Onların yanından ülkenin yüzde altmışına hâkim CHP’li belediyelere ait gördüğümüz nadir faaliyet olarak İzmit Belediyesinin aşevinin bulunduğu bir AFAD kampına geçtik. Bizi CHP’liler karşıladı. İlk üç gün devletin organize olamadığını söylediler. Anladığımız kadarıyla bu eleştiride haklıydılar. Sonrası için gülümseyerek eleştirirken hizmetlerin herkese ulaştığını da beyan etmekten geri durmadılar.

Pazarcık’ın çıkışında Okçular Vakfı’nın görkemli bir çadır kampını gördük. Vaktimiz daraldığından oraya uğramadan Gölbaşı’na yöneldik. Yol üzerinde bir köyde durduk. Hasar oldukça sınırlıydı ve köylü oldukça şükürdâr. İlk andan hizmet aldıklarını söylediler, özellikle hemşehrileri Esenler Belediye Başkanını andılar. Orada yaşlı bir hacı amcanın “Elhamdülillah, evim çökmemiş, lütfen bir çay ve kahvemi için!” diye ısrarı, İslam’ın Anadolu’daki güzellik bakiyelerinden biri olarak karşımızda duruyordu.

ADIYAMAN ENKAZ HÂLİNDE

Adıyaman Gölbaşı, her tür bilimsel yaklaşıma aykırı olarak tam da fay hattının üzerine kurulu. Depremin bütün tahribatını ve tahribata yol açan kadim ihmalkârlığı bu ilçede gördük. 1930’lu yıllardan 1950’li yılların sonlarına kadarki süreçte ilçeleşen bu meskende adeta depreme meydan okunmuş! Öyle ki elli altmış yıl önce yapılan deprem konutları dahi fay hattının tam üzerinde. Hiç mi bir araştırma yapılmaz! Yapılmamış işte! Modernist sekülerlerin bilimsellik iddiaları açılıp saçılmak ve sarhoşluktan ibaret. Fay hattı, eleştiriler dışında akıllarına gelmez nedense!

Yol boyunca köy camilerinin minareleri genellikle yıkık. Son yıllarda gittikçe çoğalan minarecilik hiç de sağlıklı yol almamış. Camilerin hacmiyle uyumsuz uzunluktaki minareler, estetikten tamamen uzak… Müslümanların seküler modernistliğin imaja, gösterişe odaklanan yaklaşımından ne kadar etkilendiklerinin de tanığı gibi. Minare inşası, kesinlikle kontrol altına alınmalı.

Ve Adıyaman… Yıkım ve iyilik öylesine yan yana ki? Nasıl anlatalım? Şehir enkaz hâlinde… Kâhta’dan ve çevre illerden gelen iman ehli, dört elle yardımlaşarak ihsanda bulunuyor. Yorgunluğa rağmen sahayı terk etmeyen kuruluşlardan Umut Kervanı’nın çadırı yıkık belediye binasının tam karşısında, fuar alanında kurulu. Büyükler ve gençler nefessiz bir ihsan hâlinde… Meydanda yemek saatini bekleyenlerin hâli ise oldukça acı.

Adıyaman ve Kâhta’da aynı zamanda taziyelerde bulunduk. Devletin ilk üç gün organize olmadığına dair kayda değer serzenişler dinledik. Vaka günü tasvirleri dehşet vericiydi: Enkazlar ve enkazlardan duyulan “Beni kurtarın, buradayım!” sesleri. Ne bu, Allah’ım? Kıyamet mi koptu yoksa? Kopan kıyamet ise biz, neden haşre geçemiyoruz?

7.4’lük ikinci büyük deprem hakkında “Enkaz altındakiler için rahmet oldu!” cümlesi, galiba duyduğumuz en acı cümleydi. “Neden?” diye sorduk. “Aksi hâlde acı çeke çeke öleceklerdi!” cevabını aldık. İnsanlar, enkaz başlarında çaresizce beklemişler. İlk gün kurtarma çalışmalarını genel olarak siviller yürütmüş! Kâhta; Adıyaman merkezin yardımına koşarken Diyarbakır ve Urfa da seferber olmuş. İlçede büyük bir yıkım yok ama saliha bir yaşlı annemiz, minarenin evlerinin üzerine düşmesiyle can vermiş.

Adıyaman merkezde enkaz altında can veren İslami İlimler öğrencisi Ahmed’in babası Bedir Ağabey’in asalet ve metanetinin yanında Ahmed’e dair anlattıklarını da daha çok kişi duymalı! Bu çağda Ahmed’in yolunda Ahmedler yetiştirmek hay hay mümkün. Yeter ki gayret gösterilsin.

ESKİ MALATYA YENİDEN KURULMALI

Adıyaman’dan Malatya’ya geçtik. Aynı manzara: Yıkım ve iyilik yan yana. Umut Kervanı çadırında iman ve ihsan erleri, iyilik için koşuşturuyorlar. Batman MEB’den öğretmenler de Malatya’nın yardımına gelmişler. Malatya merkezine vardığımızda Yeni Cami’nin bakiyelerine hüzünle baktık. Çevresindeki eski çarşının hâli içler acısı. Daha önce Malatya’ya her gittiğimde o çarşının neden yıkılıp yeniden inşa edilmediğini sorgulardım. Yıkıp inşa etmediğimizi deprem yıkmış. Çarşıyı baştan başa yeniden inşa etmekten başka çare yok.

Malatya’dan ayrılırken belediye civarındaki kampa uğradık. Suriyeliler ile yerliler ayrıştırılmış ama iki tarafın koşulları farklı değil. Suriyeli muhacirler, zulüm ve savaştan kaçarken depreme yakalanmış, AFAD’ın çadırlarına sığınmışlar.  Kampın çıkışında İHH’ya ait bir çadırda gençler, çocuklara oyuncak dağıtıyordu. Çadırın önünde uzunca bir kuyruk. İnşaallah hepsine yetmiştir.

Ne yazık ki Diyarbakır, Osmaniye, İslâhiye, Elbistan gibi depremin etkili olduğu diğer şehirlere uğrayamadık.

Lâkin manzara genel olarak aynı olmalı: Yıkım ve iyilik.